Yabancılaşma Nedir

Katre

...
Elmas Üye
Mesajlar
33,171
Puanları
354
Konum
Kapadokya
Tepkime puanı
10,244
Yabancılaşma(İng. alienation; Fr. Alienatin; Al: verausserung): belli tarihsel koşullarda insan ve toplum ürünlerinin (emeğin, paranın, toplumsal ilişki sonuçlarının, insanın özelliklerinin ve yeteneklerinin) bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen ya da özlerinde olduklarından değişik biçimde kavranması. Genellikle toplumbilim,psikoloji ve felsefe terimi olarak kullanılır.

Genel bir ifadeyle: bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden ya da kimseden uzaklaştıran, yabancı hale getiren eylem ya da gelişme olarak tanımlayabiliriz.

Psikiyatride, normalden sapmaya işaret eder. çağdaş psikoloji ve sosyolojide, kişinin kendisine, topluma, doğaya ve başka insanlara karşı duyduğu yabancılık duygusudur. Felsefede yabancılaşma, varlıkların özne için yabancı ve ilgisiz görünmesidir. Önceden ilgi duyulan şeylere, dostlara kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma anlamındadır.

Yabancılaşma, kontrol altına alınamayan içgüdüler, tutkular ve yerleşik alışkanlıklar nedeniyle, insanın kendisine, kendi gerçek özüne yabancı hale gelmesi durumunu, insana özgü özellikleri, insani ilişki ve eylemleri, insandan bağımsız olan ve insanın yaşamını yöneten şeylerin, cansız nesnelerin özellikleri, ilişkileri ve eylemlerine dönüştürme hareketi ya da sürecini tanımlar.Yabancılaşma daha özel olarak ve benliğe yabancılaşma anlamında, benin kendi özünden uzaklaşmasına işaret eder. Bak: dmy.info/empati-nedir/

FELSEFEDE- YABANCILAŞMA NEDİR

Yabancılaşma terimini ilk olarak Hegel kullanmış ve obje-suje ilişkisini sorgulamıştır. Hegel bir idealist olarak, özneden bağımsız bir şey olamayacağını ve gerçeğin insana bağlı olduğunu düşünüyordu. Dünyanın nesnelliğini ve bağımsızlık duygusunu da yabancılaşma diye tarif ediyordu. Hegel yabancılaşmış insanı, tarihiyle uzlaştırmak ister. Terim Karl Marks’ın kullanımıyla tanınmıştır. Marks’ta iki boyutlu bir yabancılaşmadan söz edilebilir. Birincisi insanın doğaya yabancılaşması, ikincisi de işçinin emeğine yabancılaşmasıdır. İkinci kullanım daha çok kapitalizm etkisindeki yabancılaşma demektir.Çalışanın çalışmayan tarafından sömürülmesi önemli nedenlerindendir.

Emek verilen ürün işçinin değil kapitalizmin mülkü olur. Kapitalist düzende nesnelerin sahiplenme tarzı yabancılaştırıcıdır. İşçi ne kadar çok nesne üretirse o kadar az sahiplenebilir ve kendi ürünü olan sermayenin egemenliği altına o kadar çok girer. Yabancılaşma, şuursuz eylemden türeyen ve ancak ekonomik olarak gelişmiş insanın, şuurlu- toplu eylemiyle değiştirilebilecek, tarihsel koşulların ürünüdür. Yabancılaşma kavramı sadece ekonomik değil, psikolojik, sosyolojik sonuçlara sahiptir. Kişi önce eylemlerine, sonra tinsel özüne, bedenine ve genel olarak insana yabancılaşır. Erich Fromm yabancılaşma kavramını psikanalitik boyutuyla inceler. Yabancılaşmış insanla kapitalizm arasında bir ilişki kurar ancak kavramın aslen sanayileşmiş- modern toplumla ilgili olduğunu söyler. Sanayileşmiş çağdaş toplumun tutumları sonucunda, mutluluk: arzu edilene sahip olmak ile ölçülmektedir. Bunun sonucunda meydana gelen tüketim kültürü ile tüketimi hem özgürlüğün hem de mutluluğun tek kaynağı olur.

Tüketim bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Aşırı ölçüde tüketim ve buna bağlı üretim de bireyi yabancılaştırır. Üretim süreçlerinde birey, toplumla uyumlu olmak için, zorla kendi işini benimsemeye çalışmakta, üretim süreçlerinin bir otomatına dönüşmektedir. Çağdaş insan, işiyle, başkalarıyla ve özüyle olan ilişkisinde, kendisi tarafından üretilmiş bir dünyada ürünlerin kontrolünü kaybetmektedir. Bu sefer de ürünler ona sahip olur ve insan nesnelerin kölesi olur. İnsanın kendi kendine yabancılaşmasının kutsal biçimi dindir. Kutsal olmayan biçim ise hukuktur. Hukuk da din gibi bir düzen öngörmekte ve düzeni kurallarla denetleyerek yaptırımlar uygulamaktadır. Din kutsal bir kaynağa dayanır. Hukuk da dünyaya bağımlıdır. Egemen gücün iradesine ve bu iradeye itaat edilmesine bağlıdır. Hukuk insana yabancı bir olgudur ancak önemli olan insanı nasıl yabancılaştırdığının incelenmesidir. Bak: Bireysel ve toplumsal yabancılaşma

Yabancılaşma Nedir

İnsanın kendini tanıyamadığı bir toplumda yaşamaktayız. Yabancı, sözlük anlamıyla, bizden olmayandır. Çağdaş hayat insanların başkasına göre yaşamasına neden olur. Kapital(ana mal) etrafında dönen bir yaşantıda, baş döndürücü bir hızla kendimizden koparak popüler olanın eksenine girmekteyiz. Eksen etrafındaki dönüş bir süre sonra çekim yasası nedeniyle büyük olana katılmak, kendini unutmak ve benden olmayanı “ben” kabul etmekle sonuçlanır.

Yabancılaşma düşüncesi içinde üçüncü bir gelenek (Kaynakta bahsedilen diğer gelenekler Hegelci ve Marksçı olanlardır.) Yabancılaşmayı bir insanın başka insanlara olduğu kadar, kendisine, kendi benine aykırı düşmesi diye tanımlayıp, bireyin gerçek beninden, özünden, saha derindeki kişiden ayrı düşmesini ise, onun başkalarının isteklerine göre eylemesi, rahatını bozmak istemesi, toplumsal kurumların baskısından kurtulamaması, sorumluluktan kaçması, dışarıdan yönlendirilmesi şeklinde tezahür ettiğini söyleyen varoluşçu gelenektir. Kirekgaard, Heidegger, Camus ve Sartre gibi düşünürlerin yer aldığı bu gelenek içinde nesnel bilgi karşısında öznel hakikati vurgulayan Kierkgaard’a göre, yabancılaşmanın temel problemi, anlamsızlık ve mutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dünyada insanın kendi benine anlam yükleyebilmesi, kendi özüne ilişkin olarak uygun bir kavrayışa ulaşabilmesi problemidir.

Yabancılaşmayı aşma ancak ve ancak inancın sıçrayışıyla Tanrı’ya güvenmek suretiyle mümkün olabilir. Buna karşın Sartre ve Camus gibi ateist varoluşçularda ise yanbancılaşma anlamdan ve amaçtan yoksun bir dünyada söz konusu olan tabi bir durum olup varoluşun saçmalığının bir sonucudur.(2005:46) Yabancılaşma temelinde kaygıyı ve endişeyi taşımakta bu psikolojik halet de varoluşçu sorgulamayı beraberinde getirmektedir. Bu durumda yabancılaşma kavramının varoluşçu felsefenin en temel sorunu olduğu açıktır.

alıntı
 

Mastor

Amans da Amans
Elmas Üye
Mesajlar
25,138
Puanları
353
Konum
Terra Mater
Tepkime puanı
4,405
Daha önce tanıdığımız kişilerden yahut daha önce tecrübe ettiğimiz olgulardan uzunca bir süre ayrı kalırsak, yabancılaşırız, hatta kendimize dahi yabancılaşabiliriz.
Farz-ı muhal, "3 buçuk sene oldu bir çift meme görmedim" diyen bir insan, memerme dediğimiz, "memeden uzaklaşma, memeye yabancılaşma" yaşayacaktır, yıllar sonra gördüğünde, şimdi bununla n'apıyorduk, neyse kapa bari üşütürsün" diyecek ve memelere tamamen küsecektir.

Kaynak, Philosophischen Propädeutik, syf. 37. Hegel.
 

Süreyya

Ego sum Principium mundi et finis seaculorum.
Elmas Üye
Mesajlar
35,403
Puanları
354
Konum
Aorist
Tepkime puanı
20,241
Bu durumu asagadaki örnekle kisaca söyle özetleyelim;
"Medeniyet" icinde yasayan sehirli insanlarin cogu, boguk, stresli ve sesli sehrin kapsama alani disina cikmak ister zaman zaman.
Özüne ve dogasina yabancilasmis oldugunu fark eder ve ya hiseder.
Ve yine bulundugu ortamdan, yabancilasarak kurtulmak ister.
En temel unsurlarina geri dönmek isteyen sehirli birey,yaratilis amacini sorgulamaya baslar.
Bu kusuruz sayilan medeniyet mekanizmasinda, materyal olan her sey mükemmel olabilir fekat immeteryal alanda hep bir sey eksiktir.
Huzur,dinginlik,sukunet gibi hissel gidalara karsi duyulan istegin adidir yabancilasma.
Felsefi acidan bakildiginda bu toplumsal sorunun cözümü, anarko ilkelciliktedir.
Insanlarin magaralarina geri dönme arzusu pek de utopik bir düsünce degil..öyle degil mi @No Pasaran?
 

No Pasaran

Emektar Üye
Mesajlar
14,271
Puanları
354
Konum
Asgard
Tepkime puanı
14,957
Bu durumu asagadaki örnekle kisaca söyle özetleyelim;
"Medeniyet" icinde yasayan sehirli insanlarin cogu, boguk, stresli ve sesli sehrin kapsama alani disina cikmak ister zaman zaman.
Özüne ve dogasina yabancilasmis oldugunu fark eder ve ya hiseder.
Ve yine bulundugu ortamdan, yabancilasarak kurtulmak ister.
En temel unsurlarina geri dönmek isteyen sehirli birey,yaratilis amacini sorgulamaya baslar.
Bu kusuruz sayilan medeniyet mekanizmasinda, materyal olan her sey mükemmel olabilir fekat immeteryal alanda hep bir sey eksiktir.
Huzur,dinginlik,sukunet gibi hissel gidalara karsi duyulan istegin adidir yabancilasma.
Felsefi acidan bakildiginda bu toplumsal sorunun cözümü, anarko ilkelciliktedir.
Insanlarin magaralarina geri dönme arzusu pek de utopik bir düsünce degil..öyle degil mi @No Pasaran?

Buna dair harika bir önsöz okumuştum. Önsöz dediğim de 100 sayfaya yakın bir önsözdü. Kitabım yanımda olmadığı için orada altını çizdiğim yerleri daha sonra ulaştığımda buraya aktaracağım.

Yabancılaşmaya dair çok farklı perspektifler var. Hepsi hakkında detaylı bir fikrim yok ama örneğin Feurbach yabancılaşmanın temelinde din olduğu ileri sürer. Yada yukarıda yazıldığı gibi Hegel'in idealist bakışı da olabilir. Lakin en tutarlı şekilde kavramsallaştıran kişi Marks oldu. Çünkü o bunu bireysel değil toplumsal sınıflar temelinde ele aldı. Nitekim bu tutarlılığı söyledikleri şeylerin toplumsal açıdan gayet rahat bi şekilde gözlemlenebiliyor olmasından alıyor. Nihayetinde ne yapacağımızdan neleri düşünmemiz gerektiğine kadar aklımıza gelebilecek her şeyi üretim ilişkileri ve bunun bir sonucu olarak yaşam tarzımız geliyor. Din/tanrı kavramı bile üretim ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıktı(ilkel toplumlarda hükmettiği alana ilk tel örgüyü çeken kişilerdi bunun mimarı).

***

İnsanların magmasına dönmesi yada dönmek istemesi ütopikten daha öte, teorik olarak mümkün değil bence. Yabancılaşma olmazsa olmaz bir zorunluktur. Bu zorunluluk insanın 'insan olma' niteliğinden ileri gelir. O nedenle ilk olarak insan ait olduğu doğaya yabancılaşır. Artık düşünür, yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için alışkanlıklarını değiştirir, doğaya egemen olur ve son tahlilde öncekinden bambaşka bir kimliğe bürünür. Bu zorunluluk tarihin hemen hemen her evresinde vardır. Ama hepsi bir yana, diğerlerinden farklı olarak yabancılaşmanın en çarpık ve en fazla mercek tutulan dönemi sanayi devrimi ile başlayan süreçtir. Diğer bir deyişle yabancılaşma kavramı sanayi devrimi ile ortaya çıktı. Evet, sanayi devrimini ile başlayan, çok hızlı bir şekilde ilerleyen, hala dönüşmeye devam eden bir süreç yaşıyoruz. Bu dönüşüm esnasında toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasal ve daha birçok alanda değişimler meydana geldi. Bu o kadar hızlı bir dönüşüm oldu ki kimi olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Kentlileştik, teknolojiler değişti, dinlediğimiz şarkılar, beslenme alışkanlıkları, dinsel kimi öğretiler vs hepsi günden güne değişiyor. İnsanoğlunun yüzyıllar boyunca yaşadığı ''yabancılaşma evrimi'' birkaç yılda kendini yeniliyor ve farklılaştırıyor. Bunun sonucu olarak senin dediğine benzer şekilde kişinin kendini bir topluma veya bir gruba ait hissedememesi diyebiliriz. İnsanın kendi özünden, ürününden, doğal ve toplumsal çevresinden koparak onların egemenliği altına girmesi şeklinde de yorumlayabiliriz. Bunun sebepleri güçsüzlük olabilir , anlamsızlık olabilir yada başka bir şey olabilir, bilemem. Hangisi olursa olsun insan her durumda yaşamayı tercih eder.
 

Süreyya

Ego sum Principium mundi et finis seaculorum.
Elmas Üye
Mesajlar
35,403
Puanları
354
Konum
Aorist
Tepkime puanı
20,241
Buna dair harika bir önsöz okumuştum. Önsöz dediğim de 100 sayfaya yakın bir önsözdü. Kitabım yanımda olmadığı için orada altını çizdiğim yerleri daha sonra ulaştığımda buraya aktaracağım.

Yabancılaşmaya dair çok farklı perspektifler var. Hepsi hakkında detaylı bir fikrim yok ama örneğin Feurbach yabancılaşmanın temelinde din olduğu ileri sürer. Yada yukarıda yazıldığı gibi Hegel'in idealist bakışı da olabilir. Lakin en tutarlı şekilde kavramsallaştıran kişi Marks oldu. Çünkü o bunu bireysel değil toplumsal sınıflar temelinde ele aldı. Nitekim bu tutarlılığı söyledikleri şeylerin toplumsal açıdan gayet rahat bi şekilde gözlemlenebiliyor olmasından alıyor. Nihayetinde ne yapacağımızdan neleri düşünmemiz gerektiğine kadar aklımıza gelebilecek her şeyi üretim ilişkileri ve bunun bir sonucu olarak yaşam tarzımız geliyor. Din/tanrı kavramı bile üretim ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıktı(ilkel toplumlarda hükmettiği alana ilk tel örgüyü çeken kişilerdi bunun mimarı).

***

İnsanların magmasına dönmesi yada dönmek istemesi ütopikten daha öte, teorik olarak mümkün değil bence. Yabancılaşma olmazsa olmaz bir zorunluktur. Bu zorunluluk insanın 'insan olma' niteliğinden ileri gelir. O nedenle ilk olarak insan ait olduğu doğaya yabancılaşır. Artık düşünür, yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için alışkanlıklarını değiştirir, doğaya egemen olur ve son tahlilde öncekinden bambaşka bir kimliğe bürünür. Bu zorunluluk tarihin hemen hemen her evresinde vardır. Ama hepsi bir yana, diğerlerinden farklı olarak yabancılaşmanın en çarpık ve en fazla mercek tutulan dönemi sanayi devrimi ile başlayan süreçtir. Diğer bir deyişle yabancılaşma kavramı sanayi devrimi ile ortaya çıktı. Evet, sanayi devrimini ile başlayan, çok hızlı bir şekilde ilerleyen, hala dönüşmeye devam eden bir süreç yaşıyoruz. Bu dönüşüm esnasında toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasal ve daha birçok alanda değişimler meydana geldi. Bu o kadar hızlı bir dönüşüm oldu ki kimi olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Kentlileştik, teknolojiler değişti, dinlediğimiz şarkılar, beslenme alışkanlıkları, dinsel kimi öğretiler vs hepsi günden güne değişiyor. İnsanoğlunun yüzyıllar boyunca yaşadığı ''yabancılaşma evrimi'' birkaç yılda kendini yeniliyor ve farklılaştırıyor. Bunun sonucu olarak senin dediğine benzer şekilde kişinin kendini bir topluma veya bir gruba ait hissedememesi diyebiliriz. İnsanın kendi özünden, ürününden, doğal ve toplumsal çevresinden koparak onların egemenliği altına girmesi şeklinde de yorumlayabiliriz. Bunun sebepleri güçsüzlük olabilir , anlamsızlık olabilir yada başka bir şey olabilir, bilemem. Hangisi olursa olsun insan her durumda yaşamayı tercih eder.
Antroposen bir dönemde yasadigimizi kabul edersek, Feuerbachin teorisi mantikli geliyor.
Dedigin gibi insanin kendine yabancilastigi bir anda, yabancilasmis unsurunu bir tanri olgusunda yanki bulmasini öne sürümüstür.
Bir nevi, sizofrenik bir ruh haline sokarcasina..
Pascal ve heidigger gibi tinsele sicak bakan düsünürler bunun aksine, insanin yabancilasmasindaki kaosu bir nebze önlemek icin, teolojiyi kurtarici olarak göstermistir..aslinda daha cok mistike bir siginma.

Marx a deginmiyorum.

Her nasil gelisecekse olaylar, bilhassa bu dönemde üst üste gelen ve antroplojik sanati ile insa edilen normlar ve anomaliler..
Insanin bu durumlara doyunurlugu karsi gelecektir.
Magara alegorisine güvenim tam.
 

Razor

Bronz Üye
Mesajlar
3,420
Puanları
183
Konum
/_\
Tepkime puanı
703
Aslında güzel bir olgudur..İnsanın kendisini tamamen tanımaya odaklanmasıyla baş gösteren bir durumdur.Kendine yakınlaşıp,etrafından uzaklaşırsın.Bu uzaklaşmaların sonucunda ise ya iyiye doğru yol alırsın,ya da kötüye.Kötüye doğru yol alırsan;pişmanlığın olarak kalır bu yabancılaşma süreci.Ancak galip gelir kazanırsan;çoğu kişinin düşünmekten bile kaçındığı şeyler hakkında bilgi sahibi olmuş olursun.
 
Üst Alt