Şafii Mezhebi

B

BuYuCu

Guest
İmam Şafiî (ö. 204/819)'ye nispet edilen fıkıh ekolü. Şafiî'nin künyesi,

Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs elKureşî el-Hâşimî el-Muttalibî b. Abbas b. Osman b. Şâfi' olup H. 150'de Gazze'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in dördüncü batından dedesi Abdu Menâf'ın dokuzuncu göbekten torunudur. İmam Şafiî'nin doğum yılı Ebû Hanîfe'nin (ö. 150/767) vefat yılına rastlar.

Babası İdris bir iş için Filistin'deki Gazze'ye gitmiş ve orada iken vefat etmişti. Doğumundan iki yıl sonra annesi onu alıp baba vatanı olan Mekke'ye getirdi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i hıfzetti. Fasih Arapça konuşan Huzeyl kabilesi arasında şiir ve edeb öğrendi. Sonra Mekke müftîsi Müslim b. Hâlid ez-Zenâ'den ders alarak, onun yanında fetva verecek duruma geldi. O zaman on beş yaşlarında idi. Bundan sonra Medine'ye gitti. Orada müctehid İmam Mâlik b. Enes (ö. 179/795) fıkıhta üstad idi. Mâlik, kendi eseri olan el-Muvatta'ı, İmam Şafiî'nin ezbere okuduğunu görünce hayretini gizleyememişti. İmam Şafiî, Süfyan b. Uyeyne, Fudayl b. Iyâz'dan, amcası Muhammed b. Şâfi' ve başkalarından hadis rivayet etti.

Muhammed b. el-Hasan'dan Irak fakihlerinin kitaplarını aldı. Onunla fıkhî konularda münazaralarda bulundu. 187 H.'de Mekke'de, 195 H. de Bağdâd'ta Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ile görüştü. Böylece Hanbelî fıkhına, usûlüne, nâsih ve mensûh konusuna muttali oldu. Sonra Bağdad'ta "İmam Şafiî'nin eski mezhebi" denilen görüşlerini ortaya koydu. 200 H.de Mısır'a geçti ve "Yeni Mezheb" denilen görüşlerini tasnif etti. Orada iken 204/819'da vefat ederek Karafe denilen yere defnedildi.

İmam Şafiî ilk olarak fıkıh usulünü tedvin etmiş ve bu konuda "erRisâle" yi yazmıştır. el-Hucce isimli eseri Irak'taki, "el-Ümm" ise Mısır'daki görüşlerini kapsar.

İmam Şafiî mutlak, bağımsız bir müctehid olup, fıkıh, hadis ve usûlde imamdı. O, Hicaz ve Irak fıkhını birleştirici bir yol izledi. Ahmed b. Hanbel onun hakkında; "Şafiî, Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti konusunda insanların en fakihi idi" demiştir. (Vehbe ez-Zühaylı, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 36,37).

Şafiî Mezhebinin Usûlü

Delil olarak Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas'a dayanır. Şafiî, Hanefi ve Malikîlerin aldığı "İstihsan"ı reddeder ve "kim istihsan yaparsa kendisi şeriat koymuş olur" derdi. Masâlih-i Mürsele'yi ve Medinelilerin amelini delil almayı da reddederdi. Bağdad'lılar ona "Sünnetin Yardımcısı" lakabını vermişlerdi.

İmam Şafiî'nin "eski mezhebi"ni kendisinden dört Iraklı arkadaşı rivayet etmiştir. Bunlar Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, Za'ferânî ve Kerâbîsî'dir. el-Ümm'de yer alan "yeni mezhebi"ni şu Mısırlı arkadaşları rivayet etmiştir: el-Müzenî, el-Buveytî, er-Rabîu'l-Ceyzî, er-Rabî' b. Süleymân ve başkaları. Şafiîlerde fetvaya esas olan yeni mezhep görüşleridir. Çünkü İmam Şafiî eski görüşlerinden rucû' etmiş ve "Benden kim bunları rivayet ederse ona hakkımı helal etmem" demiştir. Ancak basit on beş kadar mesele bundan müstesnadır. Diğer yandan İmam Şafiî'nin; "Hadis sahih olunca, benim mezhebim odur. Böyle bir durumda, hadisle çatışan bana ait sözü duvara çarpın" (ez-Zühaylî, a.g.e., 1, 37; Muhammed Ebû Zehra, Kitabü'ş- Şafiî, 149 vd.) dediği bildirilir.

Şafiî'nin Fıkıh Usûlünü Tedvini

Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmada, günlük fürû şer'î problemleri çözmede sahabe devrinden itibaren bir takım usûl kurallarına uyuluyordu. İlk müctehid imamların devrinde de sözlü olarak nesih kaideleri, mutlak, mukayyed, umum, husus gibi metotla ilgili bilgiler hüküm çıkarmada esas alınıyordu. Ancak bunlar tedvin edilerek yazılı bir eser haline getirilmemişti. İşte İmam Şafiî ilk olarak ûsul konularını kaleme alarak "er-Risâle"sini meydana getirdi. Çünkü Şafiî, sahabe, tâbiîn ve kendinden önceki fıkıh bilginlerinden intikal eden fıkıh servetini hazır bulmuş, İmam Mâlik'ten aldığı Medine fıkhı ile İmam Muhammed aracılığı ile aldığı Irak fıkhını birleştirici bir yol izlemiştir. Kendi yetiştiği çevre olan Mekke fıkhını da iyi bildiği için, fıkıhtaki bu sağlam alt yapı sebebiyle, fıkhın genel metotlarını belirleme yeteneğini kazanmış ve bunun sonucunda fıkıh usûlünü tedvin etmiştir.

Mezheplerde fıkhın, usûlden önce tedvin edilmiş olmasında bir tuhaflık yoktur. Çünkü hükümlerde asıl konu fıkıhtır. Usûl ise bir metot ilmi olup, mantık gibi, aklın doğru ile yanlışı ayırdetme niteliği gibi doğuştan vardır. Aynı konuda birbiri ile çelişen iki âyet olunca, sonra inenin öncekini neshetmesi, genel hükmün özel hükümle sınırlandırılması gibi.

Şafiî, dili iyi bildiği için âyet ve hadislerden hüküm çıkarabilmiş, Kur'an'ın tercümanı olarak bilinen Abdullah b. Abbas'ın ilminin nakledildiği Mekke'de yetiştiği için nesih konusunu öğrenmiştir.

Şafiîlerin usûlüne mütekellimlerin usûlü de denilmiştir. Çünkü bunların usûle dair çalışmaları tamamen teoriktir. Mezhep gayreti onların metodunu etkilememiştir. Meselâ; Şafiî, sükûtî icmaı kabul etmez. el-Âmidî (ö. 631/1233) ise Şafiî mezhebinden olduğu halde "el-İhkâm" adlı eserinde sükûtî icmaı tercih eder (el-Âmidı, el-İhkâmî Usûli'l-Ahkâm, Kahire (t.y), I, 265). Bu usûl, kelâm ilminin metot ve konusundan istifade ettiği, felsefi ve mantıkî yönleri bulunduğu için "mütekellimlerin metodu" olarak nitelenmiştir. Meselâ; kelâm konusuna giren iyi ile kötünün akıl ile bilinip bilinemeyeceği, peygamberlerin peygamberlikten önce ismet sıfatına sahip (ma'sûm) olup olmadığı ve benzeri konular da tartışılmıştır.

Şafiî veya kelamcıların metodu ile yazılmış en eski ve en önemli eserlerin üç tanesi şunlardır. 1) Mu'tezile ekolünden Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Alî el-Basrî'nin (ö.463/1071) Kitâbü'l-Mu'temed'i,” 2) Şafiî ekolünden İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin (ö.487/1085) "Kitâbü'l-Bürhân"ı, 3), İmam el-Gazzalî'nin (ö.505/1111) "el-Mustasfâ"sı.

Bu üç kitabı Fahruddin er-Râzî (ö. 606/1209) özetlemiş ve bazı ekler yaparak eserine "el-Mahsal " adını vermiştir. Seyfüddin el-Âmidi'nin (ö. 631/1233) "el-İhkâm" adlı eseri de aynı nitelikte birleştirici ve özet bir eserdir. Daha sonra el-Mahsûl'ü, Siracüddin el-Urmevî (ö.682/1283) "et-Tahsîl", Tâcüddîn el-Urmevî (ö. 656/1258) ise "el-Hâsıl " adlı kitaplarında özetlediler. Sihâbuddîn el-Karafi (ö.684/1285) bu iki kitaptan önemli gördüğü bazı temel bilgi ve kuralları alarak bunları "et-Tenkihât" adını verdiği küçük bir eserde topladı. Abdullah b. Ömer el-Beyzâvî (ö.685/1286) de bunun bir benzerini yaptı.

el-Âmidî'nin el-İhkâm'ını ise İbn Hâcib (ö. 846/1442) "Müntehâ 's-Sül ve'l-Emel" adlı kitabında, bunu da "Muhtasaru'l-Müntehâ" isimli eserinde özetledi. Daha sonra bu özet eserleri bunlara yazılan şerhler izledi.

Şafiî Fıkhının Dayandığı Kaynaklar

İmam Şafiî ictihadlarını dayandırdığı delilleri "el-Ümm"de şöyle belirlemiştir: "İlim çeşitli derecelere ayrılır. Birincisi, Kitap ve sabit olan Sünnettir. İkincisi, Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunmayan meselelerde İcmâ'dır. Üçüncüsü bazı sahabîlerin sözleridir. Ancak bu sahabe sözleri arasında çelişki bulunmamalıdır. Dördüncüsü, ashab-ı kiram arasında ihtilaflı kalan sözlerdir. Beşincisi, Kıyas'tır. Bu da temelde Kitap ve Sünnet'e dayanır. İşte ilim bu derecelerden en üst olanından elde edilir" (eş-Şafiî, elÜmm, Kahire 1321-1325, VII, 246).

Buna göre, Şafiî ekolü Kitap ve Sünneti İslâm hukukunun asıl kaynağı olarak kabul etmektedir. Çünkü diğer deliller de temelde bu iki delile dayanır ve bunlara aykırı olamaz. Şafiî, Kitap ve sabit olan Sünneti aynı sırada delil kabul eder. Çünkü Sünnet Kur'an'ın beyanını tamamlar, kısa anlatımlarını (mücmel) genişletir ve bazı kimselerin kavrayamayacağı inceliklerini açıklar. Buna göre, Sünnetin açıklayıcı durumunda olabilmesi için ilim bakımından açıkladığı şeyin derecesinde olması gerekir. Birçok sahabîler de hadise bu gözle bakıyordu.

Ancak bu durum, İmam Şafiî'nin Sünneti her yönden Kur'an'a denk saydığı anlamına gelmez. Çünkü her şeyden önce Kur'an Allah kelâmı, Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir. Kur'an ibadet amacıyla okunur, Sünnet bu maksatla okunmaz. Kur'an tevatür yoluyla sabittir. Sünnetin önemli bir bölümü tevatüre dayanmaz. İmam Şafiî'ye göre Sünnet Kur'an'ın dalı mesabesindedir. Bu yüzden gücünü Kur'an'dan alır, onu destekler ve tamamlar. Bu bakımdan açıklayanla açıklanan birbirine denk olmalıdır. Ancak bunun için, Sünnet sağlam olmalıdır. Bu yüzden, Ahâd ve Mürsel hadisler, birinciler kadar kuvvetli değildir. Diğer yandan Şafiî, inanç esaslarını belirlemede Sünnetin Kur'an derecesinde olmadığını açıkça ifade etmiştir (M. Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhı Mezhepler Tarihi, Terc. Abdülkadir Şener, İstanbul 1978, s. 336, 337)

Şafiîlerin Âhâd Hadisi Delil Alması

Bir, iki veya daha fazla sahabî tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan haberlere "âhâd hadis" denir. Hanefiler, senedinde kopukluk olmayan hadisleri mütevatir, meşhur ve âhâd olmak üzere üçe ayırırlar. Diğer çoğunluk müctehidlere göre ise, Sünnet, mütevatir ve âhâd olmak üzere ikidir. Meşhur sünnet ise başlı başına bir çeşit olmayıp âhâd sünnet kabilindendir. Çünkü meşhur sünnette ilk tabaka ravileri tevatür sayısına ulaşmamaktadır. Çoğunluğa göre âhâd sünnet; garîb, azîz ve müstefîz olmak üzere üçe ayrılır. Garîb; her üç tabakada veya herhangi bir tabakada râvî sayısı tek olan hadistir. Azîz hadis; her üç tabakada sadece iki râvî tarafından rivayet edilen veya diğer tabaka yahut tabakalarda ikiden çok olsa bile tabakalardan birinde râvî sayısı iki olan hadistir. Müstefîz hadis ise; her üç tabakada üç veya daha çok kişi tarafından rivayet edilen hadistir.

İmam Şafiî âhâd haberi delil olarak alırken sadece senedin sahih ve kesintisiz olmasını yeterli görür. O, Hanefiler gibi âhâd hadis ravisinin fakih olması, rivayet ettiği hadisle amel etmesi ve genel kurallara uygun düşmesi, İmam Mâlik'in ileri sürdüğü Medinelilerin ameline uygun düşmesi gibi şartları öngörmez.

İmam Şafiî hadisi savunurken âhâd haberlerin de delil alınması gerektiğini şu delillerle ortaya koymuştur:

1. Hz. Peygamber, İslâm'a davet için tevatür sayısında olmayan tek tek elçiler göndermiştir. Bu elçilere, sayılarının yetersiz olduğunu ileri sürerek karşı çıkan olmamıştır.

2. Mal, can ve kanla ilgili davalarda iki kişinin şahitliği ile karar verilmektedir (bk. el-Bakara,2/282). Halbuki iki kişi tevatür sayısında değildir.

3. Hz. Peygamber, kendisinden hadis işitenlere, bir kişi bile olsa bunu başkasına rivayet etme izni vermiş, hatta buna özendirmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: "Allah Teâlâ benden bir söz işitip bunu başkalarına tebliğ edeni nurlandırsın" (Tirmizi, İlim, 7; Ebû Dâvûd, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 18; Menâsik, 46; Ahmed b. Hanbel, I, 437,V,183). Diğer yandan Vedâ haccı sırasında irad edilen hutbede de; hazır bulunanların, bulunmayanlara tebliğ etmesi, kendisine tebliğ ulaşanların, hükümleri ulaştıranlardan daha iyi kavramalarının mümkün olduğu belirtilmiştir (Buhârî, Alim, 9, 10, 37; Hacc, 132, Sayd, 8; Edâhî, 5; Megâzî, 51; Fiten, 8; Tevhid, 24; Müslim, Hacc, 446; Kasâme, 29,30; Ebû Dâvud, Tatavvu', 10; Tirmizî, Hacc, 1; Nesâî, Hacc, 111).

4. Sahabîler Hz. Peygamber'in hadislerini, birbirinden tek tek rivayet etmişler, birçok kimse tarafından rivayeti şart koşmamışlardır (Ebû Zehra, a.g.e., 339, 340).

İmam Şafiî'nin Mürsel Hadisi Delil Alışı

Senedinde kopukluk olan hadise "Mürsel Hadis" denir. Tabiînden olan birisinin sahabeyi; tebe-i tabiînden olan bir ravinin de tabiîn veya sahabeyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber'den işitmiş gibi hadis nakletmeleri halinde bu çeşit hadis söz konusu olur. Ebû Hanife ve İmam Mâlik, bu çeşit hadisleri, rivayet eden râvi güvenilir olursa, başka bir şart öne sürmeksizin kabul ederler.

İmam Şafiî ise mürsel hadisi, bunu rivayet eden tâbiî Medineli Saîd b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basrî gibi meşhur ve bir çok sahabî ile görüşen bir tabiî ise kabul eder. Ayrıca hadisin şu nitelikleri taşımasını da şart koşar:

1. Mürsel hadisi, senedi tam ve aynı anlamda başka bir hadis desteklemelidir.

2. Mürseli, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir.

3.Mürsel hadis, bazı sahabe sözüne uygun düşmelidir.

4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetva vermiş olmalıdır.

Ancak mürsel hadisle, senedi tam olan hadis çakışırsa, bu sonuncusu tercih edilir (M. Ebû Zehra, Usûlü'lFıkh, Dâru'l-Fikri'l-Arabî tab' 1377/1958, ts., 111,112).

Uygulamadan örnek: Hz. Âişe (ö. 58/677)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hafsa'ya bir yiyecek hediye edildi. O sırada ikimiz de oruçlu idik. Bu yiyecekle orucumuzu bozduk. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) yanımıza girdi. Ona durumu anlattık. Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: "Zararı yok, onun yerine başka bir gün oruç tutun". Bu hadis mürseldir. Çünkü ez-Zuhrî (ö. 124/741) bunu Hz. Âişe'den rivayet etmiş, halbuki onu bizzat Hz. Âişe'den duymamış, Urve b. ez-Zübeyr'den duymuştur (eş-,Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, IV, 319). İmam Şafiî bu yüzden mürsel olan bu hadisle amel etmez ve nâfile oruç tutan kimsenin, orucu bozması hâlinde, başka bir günde kaza etmesi gerekmediğini söyler.

Diğer yandan yine ez-Zührî'nin rivayet ettiği; "Rehin bırakan kişi borcunu ödemeyince, rehnedilen şey rehin bırakanın mülkü olmaktan çıkmaz. Rehnedilen şeyin menfaat ve hasan rehnedene aittir" (İbn Mâce, Rûhûn, 3; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 319-321) hadisini ise, ravisi Said b. el-Müseyyeb meşhur olduğu için kabul eder. Buna göre, rehin, rehin alanın yanında bir emanet hükmündedir. Onun korunması konusunda kendisinin bir kasıt veya kusuru olmadan rehnedilen şey hasara uğrarsa rehin bırakanın borcunda bir eksilme olmaz (Zekiyüddin Şa'ban, Usûlü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990, 80,81).

Şafiî'nin Sükûtî İcma'ı Delil Almayışı

İcma sarih ve sükûtî diye ikiye ayrılır. Birincinin delil oluşunda bir görüş ayrılığı yoktur. Sükûtî icma'; şer'i bir meselede bir veya birkaç müctehidin görüş belirttikten sonra, bu görüşe muttali olan o devirdeki diğer müctehidlerin açık şekilde bir katılma veya karşı çıkmada bulunmaksızın susmalarıdır. Mâlikîlere ve son görüşünde İmam Şafiî'ye göre sükûtî icmâ delil sayılmaz. Çünkü müctehidlerin bir konuda susması, onların açıklanan görüşe katıldıklarını gösterebileceği gibi, başka bir nedene de dayanabilir. Henüz o mesele ile ilgili ictihadî bir kanaate varmamış olması, görüşünü açıklayan müctehidden çekinmesi veya görüşünü açıkladığı taktirde bir zarara maruz kalma korkusunun bulunması susma nedenleri arasında olabilir. Kısaca, ittifak gerçekleşmedikçe icma'ın varlığından söz edilemez. Şâfiîlerden sükûti icma'ı kabul eden el-Âmîdi de buna "zanni delil" deyimini kullanır (M. Ebû Zehra, eş-Şafiî, Terc. Osman Keskioğlu, Ankara 1969, s. 252 vd.).

Şafiî Ekolünün İstihsana Karşı Çıkması

İstihsan; müctehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass, icmâ, zarûret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermesidir.

İmam Şâfiî istihsana karşı çıkmış ve bu konuda "İbtalu'l-İstiksan" adlı bir risale yazmıştır. Bu eserde şöyle der: "Allah'ın, Rasûlünün ve Müslümanlar topluluğunun hükmü olarak bütün bu zikrettiklerim gösteriyor ki, hâkim veya müftî olmak isteyen kimsenin ancak bağlayıcı bir delille hüküm ve fetva vermesi caiz olur. Bu da Kitap, Sünnet veya ilim sahiplerinin ihtilafsız olarak söyledikleri bir görüş yahut bunlardan bazısına kıyas yapma yolu ile olur. İstihsan ile fetva verilmez. İstihsan bağlayıcı olmaz, o bu anlamlardan birisini de taşımaz". Şâfiî'nin "Cimâu'l-İlm" "er Risâle" veya el-Ümm" kitabında da bu sözlerin benzerlerini bulmak mümkündür.

Hanefîler istihsanı geniş ölçüde kullanmış, Mâlikîler de bu konuda onları izlemiştir.

İmam Şâfiî ise "İstihsan yapan kendi başına din koymuş olur" diyerek şu delillere dayanmak suretiyle istihsana karşı çıkmıştır:

1. Şer'î hükümler ya doğrudan nass'a (âyet-hadis) veya kıyas yoluyla nass'a dayanır. İstihsan bunlardan birisine dahilse ayrı bir terime ihtiyaç olmaz. Aksi halde Cenab-ı Hakkın bazı konularda boşluk bıraktığı sonucu çıkar ki bu, "İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?” (el-Kıyâme, 75/36) âyeti ile çelişir.

2. Kur'an'da Allah ve Rasûlüne itaat emredilmekte, nefsî isteklere uyulması yasaklanmakta ve anlaşmazlık çıktığı takdirde yine Kitap ve Sünnete başvurulması istenmektedir (en-Nisâ, 4/59)

3. Hz. Peygamber istihsan ile fetva vermez, hevasından konuşmazdı. Nitekim eşine; "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyen kimsenin sorusuna fetva vermemiş, "Zıhâr" âyeti (el-Mücâdele, 58/1-4) gelinceye kadar beklemiştir.

4. Hz. Peygamber, kendi kanaatlerine göre, bir ağaca sığınan bir müşriki öldüren sahabîleri, yine öldürülme korkusuyla "Lâ ilâhe illallah" diyen şahsı öldüren Usâme (r.a)'ın bu davranışını uygun görmemiştir.

5. İstihsanın bir kuralı, hak ile bâtılı karşılaştıracak bir ölçüsü yoktur. Serbest bırakılırsa, aynı konuda farklı bir çok fetvalar ortaya çıkar.

6. Sadece akla dayanan bir istihsan anlayışı ortaya çıkarsa, Kitap ve Sünnet bilgisi olmayanların da bu metodu kullanmaları caiz olurdu (eş-Şâfiî, el-Ümm, VI, 303, VII, 271 vd.; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, 271 vd.).

Ancak burada İmam Şâfii'nin reddettiği istihsanı şer'î bir delile dayanmaksızın, şahsî arzuya ve sübjektif düşüncelere göre hüküm vermek olarak değerlendirmek gerekir. Şüphesiz böyle bir istihsan Hanefilerin de kabul etmediği bir şekildir. Nitekim Hanefîlerde bir konuda istihsan yapabilmek için o meselenin şer'î bir mesele olması yanında şu altı delilden birisine dayanması şarttır:

1. Nass'a dayalı istihsan. Meselâ mevcut olmayan bir şeyin satışı yasaklandığı halde (Ebû Davud, Büyü', 70), para peşin mal veresiye bir akit olan seleme izin verilmiştir (Ebû Dâvud, Büyü', 57). İşte burada ikinci hadise dayanarak kıyas terkedilmekte ve istihsan yoluna gidilmektedir.

2. İcma'ya dayalı istihsan. Meselâ sanatkâra mal sipariş vermek anlamına gelen istisnâ akdi icmâa dayanır. Çünkü asırlar boyunca buna karşı çıkan bilgin olmamıştır.

3. Zaruret veya ihtiyaca dayalı istihsan. Pislenen kuyunun, bir kısım suyun çıkarılması ile temizlenmiş sayılması gibi (İbnü'l-Hümâm, Fethu'lKadîr, I, 67 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'lMuhtâr, I, 147 vd).

4. Gizli kıyasa dayalı istihsan. Meselâ; yerleşik kurala göre; özel kayıt konulmadıkça arazinin satımı ile irtifak hakları kendiliğinden alıcıya geçmez. Bu konuda vakfın satıma kıyası açık veya celî kıyas, kiraya kıyası ise gizli kıyastır. Vakıf istihsan yoluyla kiraya kıyas edilerek, irtifak (su içme, su alma, geçit gibi) haklarının vakıf kapsamına girmesi esası benimsenmiştir (Zekiyüddin Şa'ban, Usûlü'l-Fıkh, 168).

5. Örfe dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre vakfın ebedî olması gerekir. Bu da vakfın sadece gayri menkullerde olabileceği anlamına gelir. Halbuki İmam Muhammed eş-Şeybânî kitap ve benzeri vakfedilmesi örf haline gelen şeylerin kıyasa aykırı olmakla birlikte vakfa konu olabileceğine hükmetmiştir. Bu esastan hareket edilerek nakit para vakıflarına da fetva verilmiştir.

6. Maslahata dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre ziraat ortakçılığı, kira akdine kıyasla taraflardan birisinin ölümü ile sona erer. Ancak ürün henüz yetişmemiş bir durumda iken toprak sahibi ölse, emek sahibinin menfaatini korumak için istihsan yapılarak akit ürün alınıncaya kadar uzamış sayılır (Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e., 171).

Sonuç olarak Hanefî ve Şâfiîlerin istihsan anlayışı dikkatlice incelendiğinde arada önemli bir ayrılığın bulunmadığı görülür. Çünkü Hanefîlerin istihsan yaptığı meselelerin temelinde daima yukarıda belirtilen delillerden birisi bulunur. Nitekim el-Âmidî'nin belirttiğine göre, İmam Şâfiî de bazı meselelerde istihsan terimini de kullanarak bu metoda başvurmuştur. Şâfiî'nin "Mut'anın otuz dirhem olmasını uygun buluyorum", "Şüf'a hakkı sahibinin bu hakkını üç gün içinde kullanmasını uygun görüyorum" sözleri buna örnek verilebilir (el-Âmidî, el-İhkâm, III, 138).

Şâfiî'nin Sahabe Sözünü Delil Alışı

Şâfiî ûsul bilginlerinden bazıları, onun eski mezhebine göre sahabe kavlini delil aldığını, yeni mezhebinde bu görüşten vazgeçtiğini söylemişlerdir. Ancak yeni mezhebi rivayet eden Rabî b. Süleyman el-Murâdî'nin naklettiği başka bir eser olan "er-Risâle" de Şâfiî'nin sahabe sözlerini delil olarak aldığı görülür (er-Risâle, Halebî baskısı ve Ahmet M. ,Sakir nesri, Kahire 1940, s. 597). Yine Şâfiî, yeni mezhebini kapsayan el-Ümm adlı eserinde şöyle der: "Kitap ve Sünneti bilenler için özür söz konusu olmayıp, gereğine uymak şarttır. Kitap ve Sünnet'te hüküm yoksa sahabenin veya onlardan birinin sözlerine başvururuz. Eğer ihtilaflı meselede Kitap ve Sünnete daha yakın olan söze bir delâlet bulamazsak Ebû Bekr, Ömer ve Osman (r. anhüm)'ın sözüne uymamız daha iyi olur. Eğer bir sözün Kitap ve Sünnete daha yakın olduğuna dair bir delil bulunursa, o söze uyarız" (Şâfiî, el-Ümm, VII, 246).

Şeriat İlminin Kısımları

İmam Şâfiî'ye göre şeriat ilmi ikiye ayrılır.

1. Hükümlere kesin olarak delâlet eden nasslarla sâbit olan kesin ilim.

2. Galip zanna dayanan zannî ilim. İşte âhâd haberler ve kıyas bu kısma girer. Müctehid nasslardan kesin hüküm çıkaramazsa, galip zanla elde edilen ilimlerle yetinir.

Şâfiî Mısır'da yazdığı kitaplarla Bağdad'ta yazdığı kitapları neshetmiş ve o; "Bağdad'ta yazdığım kitapları benden kimsenin rivayet etmesine cevaz vermiyorum" demiştir. Şâfiî'nin eski kitaplarında, yeni kitaplarında olduğu gibi bir konu üzerinde çeşitli görüşler yer alır. Bazan iki veya üç çeşit kıyas yapılır, fakat tercih okuyucuya bırakılır. Buna, zekât verilmeden satılan tarım ürünlerini örnek verebiliriz. Bir kimse zekâtını vermeden meyve veya tahılını satsa, sonra alıcı bunların zekâtının verilmediğini anlasa, şu durumlar söz konusu olur:

a. Alıcı, malın tamamı için mi, yoksa zekât olarak verilmeyen miktarı için mi satım aktini feshetme hakkına sahiptir?

b. Zekât miktarı arazi yağmurla sulanmışsa onda bir, âletle sulanmışsa yirmide birdir. Alıcı burada seçimlik hakka sahip midir?

c. Zekât düşüldükten sonra kalan kısmı paranın tümü ile mi alır, yoksa satışı fesih mi eder? Şâfiî bütün bu görüşlerin doğru olabileceğini belirtir.

Şâfiî mezhebinde görüşlerin çok oluşunun bu mezhebin gelişmesine yardımcı olduğu söylenebilir. Çünkü bu mezhebte tercih kapısı sürekli olarak açık bırakılmıştır (Ebû Zehra, İslâm'daFıkhî Mezhepler Tarihi, 354, 355).

Şâfiî Mezhebinin Yayılması

Şâfiî mezhebi özellikle Mısır'da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son dönemini orada geçirmiştir. Bu mezhep, Irak'ta da yayılmıştır. Çünkü Şâfiî fikirlerini yaymaya önce orada başlamıştır. Irak yoluyla Horasan ve Mâveraü'n-Nehir'de de yayılma imkânı bulmuş ve bu ülkelerde fetvâ ile tedrisatı Hanefî mezhebi ile paylaşmıştır. Bununla birlikte bu ülkelerde Hanefî mezhebi, Abbasi yönetiminin resmi mezhebi olması nedeniyle hâkim durumda idi. Mısır'da yönetim Eyyübîlerin eline geçince Şâfiî mezhebi daha da güçlenmiş, hem halk, hem de devlet üzerinde en büyük otoriteye sahip olmuştur. Ancak Kölemenler devrinde Sultan Zâhir Baybars, kadıların dört mezhebe göre atanması gerektiği görüşünü öne sürmüş ve bu görüş uygulanmıştır. Ancak bu dönemde de Şâfiî mezhebi o yörede diğer mezheplerden üstün bir mevkiye sahiptir. Meselâ; taşra şehirlerine kadı atama yetkisi ile yetim ve vakıf mallarını kontrol hakkı yalnız Şâfiî mezhebine ait idi.

Osmanlılar Mısır'ı ele geçirince Hanefi Mezhebi üstünlük kazandı. Daha sonra Mehmet Ali Paşa Mısır'a hâkim olunca, Hanefi mezhebi dışındaki mezheplerle resmi olarak amel etmeyi ilga etmiştir.

Şâfiî mezhebi İran'a da girmiştir. Günümüzde Şiî ekolü ile yanyana bulunmaktadır.

Günümüzde Anadolu'nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya müslümanları arasında Şafiî mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise hâkim olan tek mezhep Şâfiî mezhebidir (Ebû Zehra, a.g.e, 358 vd.).
 
B

BuYuCu

Guest
HAZRET-İ İMÂM ŞÂFİÎ BUYURDU:

İlim öğrenmek nafile namaz kılmaktan hayırlıdır.

Dünya ve âhireti arzu eden ilmi rehber edinsin.

İlminin ameline uygun olması yani ilmiyle amel etmesi âlimlerin süsüdür.

İlimle meşgul olmak, hüzün ve kederi giderir.

Sadık arkadaş, arkadaşının hüzün ve sevincinde ortak olandır.

İki kişinin darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması münâfıklık alâmetidir.

Kibirle tahsil olunan ilim, insana fayda vermez.

İlim, sâhibini asla terketmeyen bir meziyettir.

Nefsinin şehvetleri çok olanlar daha fazla ibâdet etmelidir.

Riyânın ne olduğunu asıl ihlâs sâhipleri bilir.

Mürüvvet (insâniyet ve merdlik), îmânın başıdır.

Haksız sözleri tasdik eden yağcıdır.

Sâdık arkadaş, dostunun ayıplarını görürse ikaz eder, onu başkalarına açıklamaz. Arkadaşının ayıbını gizlice söylersen nasihat etmiş olursun.

Seni sevdiğini söyleyen herkese güvenme!

Nefsine zulmeden şu iki kişidir: Faydasız şeylerle hayatını geçirenler ve iltifatını görmediği adamlara tevazu gösterenler.

Bilmediğin adamı medh etme.

Vakit kılıç gibidir. Onu hayırlı amellerde kullanmazsan nefsin seni fena işlerle meşgul eder.

Sende olmayan faziletlerle seni medheden (öven), emîn ol ki hiddetlendiği vakit sende bulunmayan fenalık ile de seni kötüler.

Bir adam zahirde ne kadar güzel ahlak sahibi olsa, alçak vicdanlı ve fena ahlâklı adamları bildiği hâlde dost edinirse ahlâksızlıkta onlarla ortak sayılır.

Kanaatkârlık rahat etmeye sebeptir.

İnsanların kıymetçe en üstün olanı kendinde bir fazilet ve üstünlük görmeyen tevâzu sahipleridir.
 
B

BuYuCu

Guest
-İdrar yoluna pamuk koymak, hanefide orucu bozmaz, şafiide bozar.

-Hanefi mezhebinde dikkat edilmesine rağmen, ağza su kaçması orucu bozar, Şafii mezhebinde bozmaz.

-Şafii mezhebinde nafile oruca başlayıp bitiremeyenin kazası vacip değildir, Hanefi'de vaciptir.

-Şafii mezhebinde oruca niyet etmek, imsak vaktine kadardır. Bir Şafii, gece sahura kalkamazsa, imsak vaktinden sonra uyansa, oruç tutamaz, çünkü vaktinde niyet etmemiştir. Bu orucu kurtarmak için başka bir hak mezhebi taklit etmesi gerekir. (mesela hanefi) Hanefi mezhebinde ise öğle vaktine kadar niyet edilebilir. Bu süre zarfında niyet ederek orucunu tutabilir.

-Şafii mezhebinde kulağa giren katı veya sıvı her şey mideye girmiş gibi orucu bozar. Hanefi mezhebinde bozmaz. Lakin ilaç ve yağ bozar. Yağ ve ilaç, sindirilmese de yine bozar.

-Ramazanda orucu bilerek bozana Hanefi'de kefaret gerekir. Şafii'de sadece kaza gerekir. Hanımı ile birlikte olana 4 mezhepte de kefaret vardır.

-Dişlerin arasındaki kırıntıyı yutmak Hanefi'de orucu bozmaz, Şafii'de bozar.

-Ramazanda karı-koca beraber olursa Şafii'de kefaret kocasına gerekir, Hanefi'de kefaret ikisinde de olmalıdır.
 
B

BuYuCu

Guest
"Savm" yani oruç, lügatte; herhangi bir şeyden uzaklaşmak, manasına gelir. Dinde ise; özel bir niyetle, gün boyu, orucu bozan şeylerden uzak durmak, demektir. Oruç farzdır ve bunu inkar eden kafirdir. Allahü teala buyuruyor ki:
"insana doğru yolu gösteren, hidayet sebeplerinin beyanı, hak ile batıl arasını ayırıcı olan Kur'an'ın indirildiği Ramazan ayını görenleriniz, onda oruç tutsunlar. Hasta olan ve yolculukta bulunan kimsenin; tutmadığı günler sayısınca, diğer günlerde oruç tutması icab eder." Hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:


"Ramazan ayı, öyle bir aydır ki; Allah, onda oruç tutmayı, size farz etti. Ben de, onun gecelerinde namaz kılmayı size sünnet ettim. Her kim inanarak ve sevabını bekliyerek; gündüzlerini oruç, gecelerini de namazla geçirirse, anasından doğduğu günkü gibi günahlarından sıyrılır."

Orucun rükünleri:
Orucun iki rüknü vardır:
1-Niyet etmek. Her günde ayrı ayrın niyet edilir. Ramazan, nezir, kaza ve kefaret orucunda, o günün gecesinde, imsak olmadan önce niyet edilir. Gece niyet ettikten sonra, imsak vaktine kadar orucu bozucu davranışlardan uzak durmanın bir mahzuru yoktur.

Gece niyet etmeyi unutan kimse, Ramazana hürmeten bütün günü oruçlu gibi geçirir. Sonra da o gün için kaza eder.

Fakat nafile oruca, öğleye kadar niyet edilebilir.

Oruç kazası olan kimse, özürsüz olarak kazayı geciktirir ve sonraki senenin Ramazan ayına ulaşırsa, haram işlemiş olur. Orucunu kaza ettikten sonra, ayrıca, her gün için fidye verir. Fidye; her oruç için bir "müd" (bir avuç) yiyecektir.

2-Orucu bozan şeylerden uzak durmak




1-Burun, ağız, kulak, ön ve arka gibi açık bir menfezden bir şeyin içeriye girmesi
2-Cinsi münasebette bulunmak.
3-İstimna (mastürbasyon) yapıp meni gelmesi
4-İsteyerek kusmak
5-Kadının hayız veya lohusa olması
6-Bir an için bile delirmek
Sadece cinsi münasebette bulunan kimsenin orucunda kefaret vardır. Kefaret art arda iki ay oruç tutmaktır. Ayrıca 1 gün de kaza etmektir.



Orucun Sünnetleri

Orucun sünnetlerinden bazıları şunlardır:
1-Güneş iyice batıp, gecenin girdiği kesinleştikten sonra iftar yapmakta acele etmek.
2-Fecr-i sadıkın (Sabah namazının) girmesinden korkulmadığı müddetçe sahuru geciktirmek
3-Kötü sözler konuşmamak
4-Sabah olmadan cenabetten gusletmek
5-İftar vaktinde dua etmek. Peygamber efendimizin, iftar dualarından bazıları şunlardır:
"Allahümme leke sumtu ve ala rızkike eftartu." (Buhari, Müslim)
Meali:
(Allah'ım! Senin için oruç tuttum ve senin [verdiğin] rızıkla orucumu açtım.)
"Zehebez-zame vebtelil-uruk ve sebetel-ecru inşaallahü teala."(Ebu Davud)
Meali:
(Susamak gitti, damarlar ısındı ve sevab sabit oldu. Allahü teala dilerse.)
"Elhamdü lillah-il-lezi eaneni fesumtu ve reze-kani feeftertu." (İbn-is-Sünni)
Meali:
(Oruç tutmam için yardım eden ve bana rızık verip orucumu açtıran Allah'a hamd olsun.)
6- Çok Kur'an-ı kerim okumak.
7-Sadakayı bol vermek.
8-Ramazanın son 10 gününde itikafa girmek.


İtikaf nedir?



İtikaf, Müslüman birinin, niyet getirmek suretiyle camide kalması demektir. İtikaf, her zaman müekked sünnettir. Peygamber efendimiz: "Her kim, iki devenin sağımı arasında geçen vakit kadar camide itikaf ederse, bir köle azad etmiş gibi olur" buyurdu.
En efdali, Ramazanın son 10 gününde yapılandır.
İtikadın rükunleri şunlardır:
1-İtikafa giren kimse. Bunun Müslüman olması, akıllı olması ve büyük hadesten temiz olması. (Yani cünüp olmaması, kadının hayızlı ve lohusa olmaması.)
2- Niyet getirmek. Niyet kalb ile getirilir.
3- Caminin içinde itikâf etmek. Caminin dışında itikâf etmek sahih değildir.
4- Az da olsa bir miktar camide kalmak.

İtikafı bozan şeyler şunlardır:
1- Vati’ (cinsi münasebet.)
2- Meni gelmek şartıyla, şehvetli mübaşeret. Hanımına; şehvetle dokunmak veya öpmek gibi.
3- Allahü teala saklasın- kişinin dinden çıkması.
4- Delirmek veya sarhoş olmak.
5- Mazeretsiz olarak camiden dışarıya çıkmak
 
B

BuYuCu

Guest
İSTİSKA (YAĞMUR) NAMAZI

Tarifi
Bu namaz, yağmur yağmadığı veya kaynakların kuruduğu (kıtlık za*manlarında) meşru kılınmıştır Sebebi ortaya çıktığında istiska namazı kılmak sünnet'tir Sebep ortadan kalktığı zaman bu namaz kılınmaz

İstiska (Yağmur) Namazının Kılınma Şekli
Yağmura ihtiyaç duyulduğunda, üç şeyden birini veya tümünü yap*mak sünnet'tir.
1 Münferiden veya cemaat halinde yağmur için dua etmek
2 Farz namazların son rekâtında ve diğer namazların akabinde dua etmek
3- Üçüncüsü ve en efdali, namaz kılmak ve hutbe okumaktır Bunun en güzel şekli şöyledir: Müslümanların başında bulunan idareci veya onun vekili, namaza çıkmadan önce halka tevbe etmek, sadaka vermek,
1 Buharî/947, Müslim/901
mazlumun hakkını iade etmek, dört gün oruç tutmak için emir vermelidir
Bunlar duanın kabul edilmesinde etkili olduklarından ötürü müste-hab kılınmışlardır Nitekim bunların duanın kabul edilmesinde etkili ol-duklan sahih hadîslerle sabit olmuştur.
Orucun dördüncü günü elbiseler eski ve yamalı olduğu halde tevazu içerisinde çocuk ve yaşlılarla birlikte köy veya şehir dışına çıkılırMüslümanların idarecisi veya onun vekili halkın önüne geçerek iki rekât namaz kıldırır.
İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: 'Hz Peygamber mütevazi bir şekilde eski elbiseleriyle, huşu içinde kendini duaya kaptırmış olduğu ve tazarru ettiği halde, Bayram namazında olduğu gibi iki rekât namaz kıldı[1]
Namaz tamamlandıktan sonra imam hutbeye çıkarak bayram hutbesi gibi hutbe okur Yalnız birinci hutbede tekbir yerine dokuz istiğfar, ikinci hutbede de yedi istiğfar edilir
Rabbinizden mağfiret dileyin Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır (O' ndan mağfiret dileyin) ki üzerinize göğü (rahmet yağmurunu) bolca indirsin
(Nuh/10-11)
Ayetteki sema kelimesinden maksat yağmur, midrar kelimesinden maksat ise yağmurun bolca inmesidir.
Hatib ikinci hutbeye başlayıp üçte birini okuduktan sonra kıbleye dönerek sırtını halka çevirir, Allah'a karşı zilletini göstermek amacıyla el*bisesinin alt tarafını üste, üst tarafını alta, sağ tarafını sola, sol tarafını da sağa çevirir
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: 'Hz Peygamber birgün is-tiskaya çıktı Bize ezansız ve kâmetsiz olarak iki rekât namaz kıldırdı Sonra bize hutbe okudu Ellerini kaldırıp yüzünü kıbleye döndürerek Allah'a dua etti Sonra ridasını çevirdi; sağ yanı sol cephesi ve sol yanı sağ cephesi üzerine getirdi'[2]
Orada bulunan halkın da Hz Peygamber gibi yapmaları sünnettir
Teravih Namazı
Hatibin, hutbe esnasında çokça istiğfar, dua, tevbe ve tazarru yap*ması salah ve takva ehliyle tevessül etmesi münasip olur
Enes b Mâlik şöyle anlatıyor: "Ömer, yağmur yağmadığı zamanlarda Abbas b Abdulmuttalib'i yanına alarak yağmur duasına çıkıyor ve şöyle diyordu: 'Ey Allahım! Daha öne peygamberimizle sana tevessül ederdik, sen bize yağmur yağdırırdın Şimdi de peygamberimizin amcasıyla teves*sül ediyoruz, bize yağmur ihsan et' Ömer böyle dedikten sonra yağmur yağmaya başlıyordu"[3]
Yağmur duasına çıkıldığında çocukları, yaşlıları ve hayvanlan da gö*türmek gerekir Çünkü bu musibet umumidir Zımmîlerin de orada bu*lunmalarına engel olunmamalıdır.

İstiska Hakkında Varid Olan Bir Dua

Ey Allahım! Yağmuru, rahmet yağmuru kili; azab helak, bela, yıkmak ve boğmak yağmuru kılma! Ey Allahım! Yağmuru sadece tepeciklerin üzerine, ormanların ve vadilerin içlerine yağdır Ey Allahım! Sadece biz*lere değil, çevremize de yağdır Ey Allahım! Kurtatan, hoşgüzel netice getiren, iyi mahsule yol açan, toprağa canlı canlı düşen, bol bol yağan, toprağın her tarafına ulaşan, yüryüzünü ihata eden ve kıyamet'e kadar devam eden bir yağmur ver Ey Allahım! Bize yağmur ver, bizleri ümitsizlerden kılma! Ey Allahım! Kullarının başında ve memlekette ancak sana şikayet edilebilecek (ve senin karşılayabileceğin) bir meşakkat, bir darlık ve açlık vardır Ey Allahım! Bizim için ekin bitir, hayvanlarımızın sütünü çoğalt, göklerin bereketini üzerimize indir, bize yerin bereket*lerinden ver; senden başka, kimsenin kaldıramayacağı belayı üzerimiz*den at! Ey Allahım! Senden mağfiretini dileriz, hiç kuşkusuz sen mağfiret edicisin Bize bol bol yağmurlar ihsan eyle!
Duada geçen zırab kelimesi, zarb'm çoğuludur, küçük dağ veya tepe anlamındadır Akam kelimesi, ekim'in çoğuludur Bu da bir araya gelen ve bir tepecik teşkil eden toprak demektir Gaysen kelimesi yağmur, muğisen ise şiddetten kurtaran demektir Henien kelimesi, hoş ve bir şeyle bulanmamış demektir Merian kelimesi, fazla olması anlamındadır Sahhan kelimesi, yeryüzüne şiddetle vuran yağmur demektir Gedekan çok anlamındadır Tabekan kelimesi, yeryüzünün her tarafını kapsayan anlamındadır Müceüeîen kelimesi, yeryüzünü tamamen örten demektir Daimen kelimesi 'yaran, ihtiyaç ortadan kalkıncaya kadar devam etsin' anlamındadır Kanitîn kelimesi, yağmurdan ümitsizler anlamındadır, el-Cehd kelimesi, meşakkat anlamındadır ed-Denk kelimesi, şiddet ve darlık demektir Edir, idrar kökünden, çok vermek anlamındadır İddara kelimesi çok olsun demektir Eddar kelimesi doğurmadan önce koyunun memelerinin sütle dolması demektir.
 
B

BuYuCu

Guest
Niyet
Farz namazlar için niyet şarttır Ayrıca niyetin kendisi için de şu şartların bulunması gerekir:

1.Namazın farzına niyet etmek

2.Namaz kılma fiilinin kastedilmesi Yani namaz niyetinin, namazın bütün kısımlarında kalpte hazır tutulması

3.Kılınacak namazın sabah, öğle, ikindi, akşam veya yatsı namazı olarak belirtilmesi

4.Niyetin iftitah tekbirine bitişik olarak yapılması Hanefî Mezhebine göre niyet, iftitah tekbirinden önce de getirilebilir

5.Niyetin kalp ile yapılması

6.Niyetten sonra, niyete aykırı şeylerden kaçınılması

Vakit namazlarıyla birlikte kılınan sünnetler, kuşluk namazı, yağmur duasına çıkılırken kılınan istiska namazı, tavaf ve istihare namazları gibi vakte bağlı olmayıp belli bir sebepten ötürü kılınan namazlar ve mutlak olarak kılınan nafile namazlar için yapılacak olan niyete gelince; kılınacak olan nafile namaz belli bir vakte bağlıysa veya bir sebepten ötürü kılmıyorsa, bunun niyet ederken belirtilmesi, ayrıca sünnetliğinin kastedilmesi gerekir.

Örneğin sabah namazının sünnetini kılacak olan bir kişi, "Sabah namazının sünnetini kılmaya niyet ettim" demeli veya öğle namazının son sünnetini kılacak olan bir kişi, "Öğle namazının son sünnetini kılmaya niyet ettim" demelidir Yine bu niyetin iftitah tekbirine bitişik olarak yapılması şarttır.

Nafile namaz için yapılan niyette, namazın nâfileliğine niyet etmek zorunlu değil, müstehaptır Kılınacak namaz mutlak nâfileyse, bu durumda mutlak olarak namaza niyet edilmesi yeterli olur Yalnız bu niyetin de iftitah tekbirine bitiştirilmesi şarttır Eda niyetine kaza, kaza niyetine eda namazı kılınabilir.

Hanefî Mezhebine göre ise böyle bir niyetle kılınan namaz sahih olmaz.

Nafile namazlar kılınırken niyet esnasında belirtilmeleri veya nâfileliklerine niyet edilmesi şart değildir Belli bir sebepten ötürü kılınan nafile namazlar da bu bakımdan mutlak nafile namazlar gibidirler.

Tahiyyetü'l-mescid namazı da bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile namazlardandır ve sebebi kişinin mescide girmesidir Fakat mescide girildiğinde, başka bir namaza başlanacak olursa, tahiyyetü'l-mescid namazı da kılınmış sayılır.

(Büyük Şafii İlmihali - Mehmet Keskin)
 
B

BuYuCu

Guest
Lugatta sehv, birşeyi unutmak, ondan gafil olmak demektir Fakat buradaki sehiv'den maksat, namaz kılan kişinin kasden veya unutarak namazında eksiklik yapmasıdır Bu durumda sehiv secdesi yapılması ge*rekir Sehiv secdesi namazın sonunda yapılır Amacı ise, namazda yapılan bir eksikliği telafi etmektir

Sehiv Secdesinin Hükmü

Sehiv secdesi, daha sonra bahsedeceğimiz sebeplerden birinin mey*dana gelmesiyle sünnet olur Eğer kişi bu sebepler meydana geldiği halde sehiv secdesi yapmazsa namaz bozulmaz Çünkü sehiv secdesi vacib değildir ve herhangibir vacibin ihmalinden ötürü de meşru kılınmamıştırBu husus ileride tekrar gelecektir
Sehiv secdesinin meşruiyetinin delili, Ebu Hüreyre'nin şu rivayetidir: "Hz Peygamber bize öğle veya ikindi namazını kıldırırken iki rekâtta se*lâm verdi Zulyedeyn isimli sahabî 'Ey Allah'ın Rasûlü! Namaz mı kısaldı yoksa sen mi unuttun?' dedi Hz Peygamber cemaate 'Zuiyedeyn'in söy*lediği doğru mu?' diye sordu Sahabîler 'Evet' deyince, Hz Peygamber kalktı, iki rekât daha kıldı Sonunda da iki secde yaptı"[1]
Sehiv secdesinin diğer delilleri ileride gelecektir

Sehiv Secdesinin Sebepleri


1 Namaz kılan kişi, namazın eb'azlarından birini terkederse -birinci teşehhüd veya kunut duası gibi- sehiv secdesi yapması gerekir
Abdullah b Buhayne şöyle rivayet ediyor: 'Hz Peygamber öğle na*mazını kıldırırken birinci oturuşu yapması gerekirken üçüncü rekâta kalktıNamazını tamamladığı zaman oturduğu halde, selâm vermeden önce herbir secdede tekbir alarak unuttuğu oturma yerine iki secde yaptı'[2]
Büyük Şafii Fıkhı
Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:
İçinizden biri ikinci rekâta oturmadan kalkar, tam ayağa kalkmadan oturmadığını hatırlarsa hemen otursun Fakat tam ayağa kalkrnişsa oturmasın, sehiv için iki secde yapsın[3]
2 Kılınan namazın rekâtlarında şüphe edilirse sehiv secdesi gerekir
Şüphe edildiğinde rekât sayısının en azına itibar edilir Geri kalan re*kâtlar tamamlandıktan sonra sehiv secdesi yapılır Bu, fazla kılınan rekât*ları telafi etmek içindir Eğer öğle namazının üç rekât mı, dört rekât mı kılındığında şüphe edilirse ve henüz namaz da devam ediyorsa, namaz üç rekât kabul edilip bir rekât daha kılındıktan sonra sehiv secdesi yapılmalıdır Bu, namazın beş rekât kılınması ihtimaline karşı yapılır
Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:
Biriniz namazında şek edip de üç mü, yoksa dört mü kıldığını bile*mezse şüpheyi atsın ve namazı yakînen bildiği aded üzerine tamam*lasınSonra selâm vermeden önce iki secde yapsın Eğer beş rekât kılmışsa bu iki secde onun namazını altı rekât yapar ve eğer dört re*kâtı tamamlayıcı olarak kildıysa, bu iki secde şeytanın burnunu yere sürtmek (onu zelil etmek) için olur[4]
Eğer namaz bittikten sonra şüphe edilirse, bu şüphe, namazın sıhhatine zarar vermez Ancak niyette veya tahrim tekbirinde şüphe edi*lirse namaz bozulur
İmam'a uyarak namaz kılan bir kimse yanılırsa -birinci teşehhüd'ü okumayı unutmak gibi- imam'ın tam kılması, imam'a uyan kimsenin ha*tasını kapatarak onun yerine geçer İmam selâm verdikten sonra da o kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez Bunun delili, Hz Peygamber'in imam zamin'dir'1 sözüdür
3 Kasden yapıldığında namazı bozan birşeyi, unutarak yapmak
Meselâ birkaç kelime konuştuğu veya sehven bir rekât fazla kıldığı zaman, kişi bunu namaz bitmeden hatırlarsa sehiv secdesi yapar
4 Rükün ve farz olan namaz fiillerinden biri veya bir sûre yerinden başka bir yere nakledilirse sehiv secdesi yapmak sünnet olur
Meselâ teşehhüd yerine Fatiha okunursa veya rükû'da kunut oku*nursa veya Fatiha'dan sonra okunması sünnet olan sûre, rükû'dan sonra itidâl'de okunursa sehiv secdesi yapmak sünnettir

Sehiv Secdesinin Şekli ve Yeri


Sehiv secdesi, namaz secdeleri gibi iki secdedir Sehiv secdesi na*mazın sonunda, selâmdan önce niyet edilerek yapılır Eğer namaz kılan kişi sehiv secdesi yapmadan önce sehven selâm verirse ve aradan uzun bir zaman geçtikten sonra sehiv secdesi yapmadığını hatırlarsa artık sehiv secdesi yapılmaz Eğer aradan kısa bir zaman geçmişse hemen sehiv secdesi yapılabilir


[1] Buharî/1169

[2] Buharî/1166; Müslim/570 (Diğer bir rivayette 'Hz Peygamber namazların birinde bize iki rekât kıldırdı' şeklindedir)

[3] İbn Mâce/1208; Ebu Dâvud/1036 ve başka muhaddisler, (Muğire b Şûbe'den)

[4] Müslim/571, (Ebu Said el-HudrTden)
 
B

BuYuCu

Guest
Fıkıh'ta sünnet, Hz. Peygamber'in vacib olmayarak yapmış olduğu şeyleri ifade eder. Namazın sahih olması için birtakım şart ve rükûnların olduğunu söylemiştik. Bir de namaz kılan kişiden istenen, namazın bir*takım sünnetleri vardır. Fakat bunlar farz gibi zorunlu olarak istenmez. Bu sünnetlere riayet eden sevap alır, riayet etmeyen ise günahkâr olmaz. Bu sünnetler namazdan öncej namaz içinde ve namazdan sonra olmak-üzere üç kışıma ayrılır:

A.Namazdan Önceki Sünnetler

Namazdan önceki sünnetler üç tanedir:
1. Ezan.
Ezanın tarifi, delilleri, şartlarının beyanı ve bununla ilgili meseleler daha önce geçmişti.
2. İkâmet (Kamet)
Kâmet'in tarifi, şartlarının beyanı, ezan ile kamet arasındaki farklar daha önce zikredilmişti.
3. Sütre
Kişinin namaz kılarken önüne -duvar, direk, baston gibi- bir sütre alarak önünden geçenlerle kendi arasında bir perde yapması, hiçbir şey yoksa önüne bir çizgi çekmesi sünnettir.
Abdullah b. Ömer şöyle rivayet ediyor: "Hz. Peygamber bayram günü (namaza) çıktığında (hizmetçisine) bir harbe taşımasını emrederdi. (O harbe namazda) karşısına dikilir, kendisi de ona doğru namaz kılar, halk da arkasında namaza dururdu. Bunu seferde de yapardı".[1]
En efdal olanı, sütrenin secde yerine yakın olmasıdır; zira Sehl b. Sa'd şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber'in musallası (namaz kıldığı yer) ile (kıble cihetindeki) duvar arasında bir davar geçebilecek kadar yer vardı1.[2]

B. Namaz İçindeki Sünnetler


Namaz içindeki sünnetler ikiye ayrılır:
1. Eb'az
2. Heyet
Eb'az, namazda terkedildiği takdirde sehiv secdesiyle telafi edilmesi*nin sünnet olduğu şeylerdir.
Heyet, terkedildiği takdirde sehiv secdesiyle telafi edilmesinin sünnet olmadığı şeylerdir.
Sehiv secdesini ve onunla ilgili hususları namazın amelleri bahsinde açıklayacağız. Namazdaki eb'âzlar ise şunlardır:

Eb'âz


a. Birinci Teşehhüd
Birinci teşehhüd, arkasından selâm gelmeyen teşehhüd'dür. Bu da öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında ikinci rekattaki oturuştur. Bu oturuşta teşehhüd okumak sünnettir. Çünkü namazını güzel kılmayan bir kişiye Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Namazın ortasında oturduğun zaman önce istikrar bul, sonra sol ayağını yay, sonra teşehhüd oku.[3]
Bu teşehhüd'ün sünnet olduğunun delili, Abdullah b. Buhayne'nin rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Peygamber bir namazda bize iki rekât kıldırdı. Sonra (birinci teşehhüd için) oturmadan kalktı. Cemaat (ona uya*rak) ayağa kalktı. Namazını tamaladığı zaman biz selâm vermesini bekler*ken selâm vermeden önce tekbir aldı ve oturduğu halde (yanılmaktan dolayı) iki secde yaptı, sonra selâm verdi'.[4]
Eğer bu teşehhüd rükün olsaydı, Hz. Peygamber onu yerine getirir, sehiv secdesiyle telafi etmezdi.
b. Teşehhüd'den sonra Hz. Peygamber'e salâvat getirmek. Salâvat terkedildiği zaman sehiv secdesi yapmak onu telafi eder.
c. Birinci teşehhüd için oturmak.
Böylece birinci teşehhüd'de-, oturmak, teşehhüd okumak ve Hz. Pey*gamber'e salât etmek olmak üzere üç tane sünnet olduğu anlaşılmaktadır.
4. Rükün olan son teşehhüd'den sonra Hz. Peyğamber'in âline salât etmek.
Son oturuşta rükün olan teşehhüd'ü okuduktan ve Hz. Peygamber'e salâvat getirdikten sonra Hz. Peyğamber'in âline de salât etmek sünnet'tir. Çünkü salât'ın lafzında âl kelimesi de geçmektedir.
5. Sabah namazında ikinci rekâtın itidaline kalkıldığında, Ramazan'ın ikinci yarısında, vitir'in son rekâtında ve hangi namazda olursa olsun son rekâttaki itidâl'de felaketler için kunut okumak sünnettir.
Enes b. Mâlik şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber dünyadan ayrılıncaya kadar sabah namazında kunut yaptı[5]
Enes b. Mâlik'e, Hz. Peyğamber'in sabah namazında kunut yapıp yapmadığı sorulduğunda, şöyle demiştir:
- Evet, kunut yaptı.
- Rükû'dan önce mi sonra mı?
- Rükû'dan sonra az bir müddet[6]
Namaz kılan kişi hangi lafızla olursa olsun Allah'a övgü ve duada bulunursa kunut sünnetini yerine getirmiş olur. Meselâ Aüahummağfirli yâ gafuru dese yeterlidir. Kunut'un en mükemmel şekli ise, Hz. Peygamber'den rivayet edilen kunut duasını okumakla yerine getirilmiş olur.
Hasan b. Ali şöyle demiştir: Hz. Peygamber bana birkaç kelime öğ*retti, vitir'de onları okuyordum:
Ey Allahim! Verdiğin hidayetinde beni daim kıl! Verdiğin afiyetlerle beni afiyette kıl. Emanına aldığın yerde beni de emanına al! Bana verdiğini mübarek kıl! Kaza ettiğin şeyin şerrinden beni koru! Sen hükmedersin, fakat kimse sana hükmedemez. Senin dost edindiğin zelil kılınamaz. Senin düşman olduğun aziz olamaz. Sen yücesin, ey Allahım sen büyüksün.[7]
İmam'ın bu lafızları cermsigası olarak; ihdini yerine ihdim, afini ye*rine afim, tevelhnî yerine tevellena şeklinde okuması gerekir.
Hişam'ın, Muhammed b. Sirin'in ashabından rivayet ettiğine göre Ubey b. Ka'b (Ramazan'da) onlara imamlık yapıp Ramazan'ın son yansında kunut yapmıştır.[8]
Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber sabah namazının ikinci rekâtında başını rükû'dan kaldırdığı zaman ellerini kaldırıp kunut duası okurdu'.[9]
Âlimler şu ibarenin eklenmesinin de müstehab olduğunu söy*lemişlerdir.
Namazın Sünnetleri
Hükmettiğine karşılık hamd sana mahsustur. Ey Rabb'imiz! Senden mağfiretini diler ve sana yöneliriz. Peygamber Efendimiz (en-Nebiyyü'l-timmî olan) Hz. Muhammed'e, âline ve ashabına salât u selâm eyle! Nitekim bu hususta dua ve zikirden sonra Hz. Peygamber'e getirilen
sa/âvat hakkında sahih hadîsler vardır.[10]
Kunut okurken elleri kaldırmak sünnettir. Ellerin iç kısımları göğe doğru olmalıdır.
• Heyetler
Biz daha önce heyetlerin, namazın sünnetlerinden olduğunu, terke-. dilmesi halinde sehiv secdesiyle telafi edilmesinin sünnet olmadığını, Eb'azlann ise sehiv secdesiyle telafi edileceğini söylemiştik. Namazdaki heyetleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Tahrim tekbiri alırken, rükû'ya giderken ve rükû'dan kalkarken el*lerin kaldırılması sünnettir.
.Bu sünneti yerine getirmenin keyfiyeti şöyledir: Ellerin ayaları kible'ye doğru açılıp parmaklar yayılmalıdır. Baş parmaklar kulak memeleri hizasında olup ellerin ayaları açık olmalıdır.
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber namaza durduğu zaman ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır, sonra tekbir alırdı. Rükû'a gitmek istediği zaman da, rükû'dan kalktığı zaman da böyle yapardı. Fakat secdeye gittiğinde ve secdeden kalktığında böyle yapmazdı'.[11]
2. Vakfe'de sağ eli sol elin üzerine koymak.
Bunun şekli şöyledir: Sağ eli sol elin üzerine koyup sağ elin parmak*larıyla sol elin bileğini tutmalı, elleri göbeğin üstüne göğsün de altına koymalıdır.
Vail b. Hucr şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber namaza başladığı zaman ellerini kaldırıp tekbir alır, sonra sağ elini sol bileği üzerine ko*yardı'.[12]
3. Kıyamdayken secde yerine bakmak.
Namaz kılan kişinin bakışlarını sağa sola çevirmesi mekruhtur Yukarıya veya önündeki birşeye -Kabe bile olsa- bakması mekruhtur' Sünnet olan, devamlı secde yerine bakmaktır. Kişi teşehhüd okurken işaret ettiği parmağına bakabilir. Böyle yapılmasının delili Hz Peygamber'in fiilidir. ,
Teveccüh
4. Tekbir'den sonra namaza teveccüh okuyarak başlamak. Teveccühün lafzı, Hz. Ali'nin rivayet ettiği şu lafızlarla okunmalıdır.
Şüphesiz ki ben, yüzümü bir muvahhid olarak o gökleri ve yerleri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olma*yan âlemlerin rabbi Allah'ındır. Ben ancak bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım.[13]
Teveccüh'ün Müstehab Olduğu Yerler


Teveccüh duasını, farz ve nafile namazların başında Fatiha okuma*dan önce -tek başına kılan için de imam için de- cemaat içinde okumak müstehab'dır.
Eğer besmele çekilmiş veya Fatiha okunmuş veya euzübillahi min'eş-şeytan'ir-racim denmişse, başa dönüp yeniden teveccüh duasını okumak uygun değildir. Unutarak böyle yapmak da hükmü değiştirmez.
Cenaze namazında teveccüh duası okumak müstehab değildir. Vakit dar olduğu zaman farz namazda da okumak müstehab değildir. Teveccüh duası okunduğunda vaktin çıkma ihtimali varsa okunma*malıdır.
5. Teveccüh'ten sonra eûzu billahi min'eş-şeytan'irracim demek.
Bunu takiben Fatiha okunmalıdır. Fatiha okunduktan sonra eûzu çekilmez. Tekrar başa dönüp eûzu çekmek mekruh'tur.
Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman kovulmuş şeytandan
Allah'a sığın!
(Nahl/98)
6. Kur'an'ı, sesli okunması gereken yerde sesli, sessiz okunması gere*ken yerde sessiz okumak.
Kur'an'ı sabah namazında, akşam ve yatsı namazının ilk iki rekâtında, Cuma, Bayram, Ay Tutulma, Yağmur, Teravih ve Ramazan'da kılınan Vitir namazında tek başına kılan için de, imam için de, cemaat için de açıktan okumak sünnettir. Bunların dışındaki namazlarda işe gizli okumak sünnettir. Bunun böyle olduğuna bir çok hadîs delâlet eder. Onlardan bazılarını aşağıda zikrediyoruz:
Cübeyr b. Mut'im babasından şöyle rivayet etmektedir: 'Ben Hz. Peygamber'in akşam namazında Tur sûresini okuduğunu işittim'.[14]
Berâ b. Âzib şöyle rivayet etmiştir: 'Hz. Peygamber'in yatsı na*mazında Tin sûresini okuduğunu işittim. Ondan daha güzel sesli bir kim*seyi dinlemiş değilim'. [15]
İbn Abbas şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber, ashabına namaz kıldırıyordu. Onlar namazda okuduğu Kur'an'ı işitince kulak verdiler'.[16]
Ebu Katade şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber bize namaz kıldırdı. Öğle ve ikindi namazlarındaki ilk iki rekâtta Fatihatu'l-Kitab ile birer sûre okurdu'.[17]
Hz. Peygamber'in aşikâr okuduğunu bildiren hadîsler daha önce geçmişti.
Ubade b. Samit şöyle rivayet ediyor: Biz Hz. Peygamber'in arkasında sabah namazını kılıyorduk. Hz. Peygamber okurken cemaatin okuması ona ağır geldi. Namazı kılınca 'Siz imamınızın arkasında okuyor musu*nuz?' dedi. Biz 'Evet, okuyoruz1 dedik. Hz. Peygamber 'Fatiha'dan
başkasını okumayın. Hakikat şu ki Fatiha okumayanın namazı olmaz' bu*yurdu.[18]
İmam işitmediği zaman gizli okunmuş sayılır. İşte bu hadîsler Hz Peygamber'in, hazır olanlara işittirecek kadar yüksek sesle okuduğuna delâlet eder. Sözü geçen yerlerin dışında gizli okumanın delili de şu ha*dîstir:
Bir kişi Habbab'a şöyle sordu:
- Hz. Peygamber öğle ve ikindi namazlarında okuyor muydu?
- Evet.
- Peki, okuduğunu nasıl anlıyordunuz?
- Sakalının hareketinden anlıyorduk.[19]
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber her namazda okurdu. Hz. Peygamber'in bize açıktan okuduğu yerde biz de size açıktan okuyo*ruz. Gizli okuduğu yerde biz de size gizli okuyoruz'.[20]
Sahabîler, Hz. Peygamber'in sözü geçen yerlerin haricinde sesli okuduğunu nakletmemişlerdir. Özel namazların delilleri ise yerlerinde belirtilecektir.
Gece kılınan mutlak nafile namazlarda ne gizli ne de aşikâre olma*dan, kıraat normal şekilde yapılmalıdır.
Namazında açıktan okuma, sesini fazla da kısma, ikisi arasında bir yol tut.
(İsra/110)
 
B

BuYuCu

Guest
Şafii’de abdest

Abdest, belli organları belli bir usule göre yıkamaktır Bu yıkama gelişi güzel değildir Bunun farzları vardır, sünnetleri vardır, edebleri vardır.

Abdestin farzları:
1- Niyet etmek Abdest almak isteyen kimse, hadesin yani abdestsizliğin kaldırılmasına niyet eder Niyet, yüzü yıkarken yapılır Daha önce yapılırsa sahih olmaz Niyet, kalb ile yapılır, dil ile söylenmesi de sünnettir “Neveytü raf’al-hadesi” yani (abdestsizliği gidermeye niyet ettim) şeklinde niyet edilebilir Bu niyetin sadece Türkçesi-ni söylemek de kafidir.

2- Yüzü yıkamak Yüzün uzunluğu, saç bitiminden çene kemiğinin altına kadardır Eni ise, iki kulak memesi arasında kalan kısımdır Yüzde bulunan hafif sakal, kirpik, kaş, bıyık, favori ve dudak altındaki kılların hem altını hem de üstünü yıkamak gerekir Gür olan sakalın sadece dışını yıkamak kafidir Hafif sakal, karşıdan bakıldığında altındaki tenin görüldüğü sakaldır Gür sakal ise, karşıdan bakıldığında altındaki tenin görülmediği sakaldır.

3- Kolları dirseklerle beraber yıkamak Kol, parmak uçlarından dirseğe kadardır Dirsek de dahildir Abdes-te başlarken ellerin yıkanması kafi değildir Yüzü yıkadıktan sonra kolları yıkarken de, eleri yıkamak gerekir.

4- Başın, ten veya saçından bir kısmını mesh etmek Bir kıl veya bir kıl kadar başın tenini meshetmek de kafidir Hepsini meshetmek sünnettir.

5- Ayakları, yandaki aşık kemikleriyle beraber yıkamak Parmakların arasını ve ayaktaki yarıkları yıkamak da farzdır Ayak üzerinde ve tırnaklar altında bulunan; suyu, altına geçirmeyen kir ve benzeri şeyleri gidermek de lazımdır Parmak aralarına, hilalleme yapmadan su ulaşmıyorsa, hilallemek de gerekir.

6- Tertip üzere abdest almak Yani sıra ile yüzü, kolları yıkamak, başı meshetmek, sonra ayakları yıkamak Ancak denize, göle girip çıkan kimse, abdeste niyet ederse abdesti sahih olur, tertip aranmaz .

Abdestin sünnetleri:
1- Kıbleye dönmek
2- Euzü-Besmele çekmek
3- Misvak kullanmak
4- Suyu, üzerine sıçratmamak
5- Elleri yıkarken, abdestin sünnetine niyet etmek Mesela, “Neveytü sünnet-el-vudui” (abdestin sünnetine niyet ettim) demek
6- Elleri bileklere kadar yıkamak
7- El ve ayak parmaklarının aralarını hilallemek
8- “Mazmaza” yapmak yani ağza su vermek, “istinşak” etmek yani burna su vermek
9- Yıkamaya, yüzün üst tarafından başlamak ve suyu yüzüne çarpmamak Gür olan sakalı hilallemek
10- Başın tamamını meshetmek Kulakların içini ve dışını yeni bir su ile meshetmek
11- Abdest azalarını ovalamak
12- Bütün azalarda; sağı, soldan önce yıkamak
13- Bütün yıkamaları üçer defa yapmak
14- Abdest alırken konuşmamak
15- Abdest azalarını silmemek Yani kurulamamak
16- Abdest suyunun artığından içmek ve birazını elbiseye serpmek
17- Azaları ara vermeden, arka arkaya yıkamak
18- Abdest aldıktan sonra Kıbleye dönerek, ellerini semaya doğru kaldırıp şu duayı okumak:
“Eşhedü en la ilahe illellahu vahdehu la şerike lehü ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulühü Allahümmec’alni minet-tevvabine vec’alni minel-mutetahhirine sübhanekellahümme ve bi hamdike eşhedü en la ilahe illa ente estağfiruke ve etubu ileyke”
Meali:
(Ben şehadet ediyor [dilimle söylüyor ve kalbimle inanıyorum ki,] Allah’tan başka ibadet edilmeye layık hiçbir ilah yoktur O, birdir, Onun ortağı da yoktur Ben yine şehadet ediyor [dilimle söylüyor ve kalbimle inanıyorum ki,]
Muhammed aleyhisselam, Onun kulu ve Peygamberidir Allah’ım! Beni, çok tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle Allah’ım! Sen, bütün kusurlardan münezzehsin, sana hamd olsun Ben şehadet ediyorum ki, senden başka ilah yoktur, senden günahlarımın affını diliyor ve (bütün günahlardan yüz çevirip) sana dönüyorum)

Abdestin mekruhları
Abdestin mekruhlarından bazıları şunlardır:
1- Suyu normalden fazla kullanmak
2- Solu, sağdan önce yıkamak
3- Azaları üç defadan fazla veya az yıkamak
4- Abdest uzuvlarını silmek
5- Abdest uzuvlarını silkelemek
6- Boynu mesh etmek
7- Helada abdest almak

Abdesti bozan şeyler:
1- Ön veya arkadan bir şeyin çıkması.
2- Baygınlık, delilik, sarhoşluk ve uyumak.
3- Yabancı bir kadına dokunmak Hanım, hanımın kız kardeşi, halası ve teyzesi de yabancıdır.
4- Kendisinin veya çocuk da olsa başkasının ön veya arka avretine elin içiyle çıplak olarak dokunmak.

Abdest nasıl alınır?
Önce kıbleye dönülür Euzü-Besmele çekilir ve abdestin sünnetine niyet edilerek mesela “Neveytü sünnet-el-vudui” (abdestin sünnetine niyet ettim) diyerek eller, bileklere kadar yıkanır

Sonra ağıza ve buruna üçer defa su verilir Misvak kullanılır

Sonra abdestin farzına niyet edilerek yüz yıkanır Niyetin yeri kalbdir Dil ile söylemek ise, sünnettir “Neveytü raf al-hadesi” yani (abdestsizliği gidermeye niyet ettim) şeklinde niyet edilebilir Bu niyetin sadece Türkçesini söylemek de kafidir Yüz, yukarıdan aşağıya doğru yıkanır.

Sonra parmak uçlarından, dirseğe kadar (dirsek dahil olmak üzere) üçer defa önce sağ kol, sonra aynı şekilde sol kol yıkanır, parmak araları hilallenir Bu yıkamalar yapılırken organlar ovalanır.

Sonra başın tamamı meshedilir Sonra yeni bir su ile kulakların içi ve dışı meshedilir.

Sonra sağ ayak, yandaki aşık kemiklerine kadar (bu kemikler dahil olmak üzere) üç defa yıkanır, sonra aynı şekilde sol ayak yıkanır ve ayak parmaklarının arası hilallenir Abdestte kullanılan sudan bir miktar içilir ve biraz su elbiseye serpilir Bundan sonra bildirilen dualar okunur.
 
Üst Alt