evet, nihayet tek başıma kalabildim...
kafam atık olunca zırvalayayım şöyle birkaç cümle.
kalabalıkta acı çekmek çok zormuş, tekrar anladım.
hatta bununla ilgili de Emrah Serbes'in bir kitabında okuduğum bir sözü vardı:
"bir keresinde mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. alakasız yerlerde ıstırap çekmek, ıstırabı ikiye katlar. bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür; kimse neden diye sormaz."
artık daha anlamlı geliyor, çünkü bizzat yaşadım.
bir yandan insanlara pide ayran servisi yapıp, onların bok dolu midelerini doyurmaya çalışırken, bir yandan gözyaşlarım hiç dinmedi.
o an avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. her neyse...
ve sen, anne yarım,
bu dünyada çok çektin... son 10 sene ne çok şey yaşadın öyle?
genç yaşında dul kaldın, 4 çocuğuna sahip çıkmakla kalmayıp hepimize anne, anneanne oldun.
"dul karı, deli karı" der gülerdin; o belirgin gamzen, tontik yanağından adeta güneş saçardı.
annem seni ağlarken "ablam" değil de "annem" diye ağladı; o an yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim dedim içimden.
parmakların da kınalıydı; hiç de ihmal etmezsin kınanı. öyle kınalı koyduk seni toprağa.
en son üzüm istedin benden, şimdi üzüm nasıl yiyeceğim bilmiyorum...
biliyorum, şimdi gittiğin yerde huzurlusun.
acıların ve ağrıların dindi...
kavuştun anne, babana ve eşine. ama bizi burada yalnız koydun...
son günlerinde yanında olmak... ne bileyim, öyle işte.
bu şarkıyı da çok severek dinlerdik seninle; artık tek dinleyeceğimi bilmek bana ağır geliyor.
Özlemle...