Kitabın Yazarıaulo Coelho
Kitap Türü:Yabancı Romanlar
Yayınevi:Can Yayınları
Yayınlandığı Yıl:1996
Sayfa Sayısı:184
Arka Kapak
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelhonun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiyede de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlânanın ünlü Mesnevîsinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi.
Simyacı, İspanyadan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiagonun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatnâme"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
Simyacıyı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.
Özet
Kitabın arkasında der ki; İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü.
1988 yılında yayınlanan romanı Simyacı, Coelho'yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. 42 ülkede yayınlanan, 26 dile çevrilen Simyacı, benzersiz bir başarıya ulaştı ve bu kitap sayesinde Gabriel Garcia Marquez'den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar oldu.
Romanımızın kahramanı çoban Santiagodur. Çoban olmadan önce aslında babası onun rahip olmasını ve kilise de çalışmasını ister. Ama o bir rahip olup bir yere kapanmak istemez. Farklı yerleri, farklı insanları tanımak ve görmek istediğini söyler. Babasıyla yaptıkları bir konuşmanın ardından babası bunu kabul eder. Ve ona biraz para verir, “bu parayla koyun sürüsü al ve çobanlık yap” der. Bu amaç doğrultusunda bir sürüye sahip olur. Aslında romanda bu şekilde başlar, daha sonra babası ile konuşması anlatılır. Koyunlarına çok bağlıdır ve birbirlerini anladıklarını düşünürler. Ve istediği olmuştur. Çoban özgür ruhlu biridir ve gökyüzü her gece yaktığı ateş ile onun yorganı olmuştur.
Aradan zaman geçer. Koyunlarını kırktırıp, onları satmak için şehre iner bir dükkana girer ve sıra beklemesi söylenir, kapının önünde bekler. Bu bekleyişte bir kız görür, yanına gelir ve konuşmaya başlarlar. Kız koyun kırktıracağı adamın kızıdır. İyi anlaşırlar. Ona hayatını ve okuduğu kitaplardaki hikayelerden bahseder. Çobanın; yatağı olan kapçiği, ufak bir heybesi ve her gün severek okuduğu ve başına yastık yaptığı kitabı bulunurdu.
Kız şaşırır okuma bilir misiniz der?
Romanın yarısındayız ve aslında şu göze çarpar: “Okuyabilmenin şaşılacak ve herkeste bulunmayacak bir şey olduğuna vurgu yapılır.”
Kız şaşırmıştır... burada; "bir çobansınız, okumayı nasıl bilebilirsiniz?"
İleri ki sayfalarda da çoban bankta otururken yanına gelen adam hakkında düşünürken acaba okuma bilmiyor mudur diye iç geçirir. Ve sıklıkla teorik bilgiler de barındıran, bilgi ve okumanın vurgulandığı kısımlar vardır.
Santiago kıza tutulur. O gün koyunları kırkıldıktan sonra adam seneye yine gel kırkalım der. Çobanımız oradan ayrılır ama aklı kız da kalmıştır. Seneye o gün gelene kadar sabırla bekler.
Günler günleri kovalar. Ve son 3 gün kalmıştır. Hazırlıklarını tamamlamak, yeni bir kitap almak için şehre iner bu arada bir rüyayı iki kez aynı şekliyle görmüş ve bu onu etkilemiştir.
Bunu bir rüya yorumcusu kadına yorumlatmak ister. Kadın ilkin para gözce davranır, çoban pişman olur. Çoban anlatınca ise, kadın: “Tamam senden para istemiyorum ama eğer hazinenin yüzde onunu bana verirsen” der. Santiago rüyasında piramitler de olduğunu ve orada bir adamın kendine yardım ettiğini bir hazineye sahip olacağını görmektedir.
Çocuk oradan ayrılır. Saçmalık bunlar oyuna geliyorum diye düşünürken bir banka oturur. Kitabını okumaya koyulur. Yanına yaşlı bir adam gelir. İlkin adama kitabını okumaya çalıştığı ve habire sorular sorduğu için sinir olur. Sonra öğrenir ki adam zengin bir kraldır. Ve ona çobanın tüm hayatını anlatır. Çoban şaşırır nasıl bilebilirsin benim en gizli sırlarımı bile der.
Adam ona hazineyi bulmaya çıkmasını, herkesin bir amacı ve herkes kendi kişisel menkıbesinin peşinde koşmalıdır der ve pek çok öğütte verir. Çoban inanmak istemez ama onca şeyi nasıl bilmiştir? Adam göğsünü açar parlayan elmasların olduğu göğüslüğünden iki taş çıkarır. Taşlardan biri siyah diğeri beyazdır. Bunların ona yol göstereceğini söyler.
Çoban artık bir seçim yapacaktır. Yaşadığı yeri, koyunları ve aşık olduğu ve belki evleneceği kızı bırakıp bilinmez bir yolculuğa çıkacaktır.
Biz roman boyu Santiago’nun bu tarz seçimler yapma durumunda kaldığını ve bu sıralarda aklı ve gönlü ile bir çatışmada kaldığını görüyoruz.
Zor bir düşünme aşamasından sonra yola çıkmaya karar verir. İlk gittiği yer Afrikadır. İnançlı ve umutludur. Bir gümüşçü ile tanışır.Onun yanında çalışmaya başlar. Kristal eşyalar satan adamın işleri kötüyken Santiagonun gelmesiyle iyileşir ve eski ihtişamlı günlerine döner. Çoban 1 yıl orada çalıştıktan sonra hem 2 katı koyun hem de Mısıra gidecek parayı elde etmiştir.
Yola çıkmadan önce yakınlardaki bir ahıra gider nasıl gidilmelidir?
Burada İngiliz diye hitap edilen biri ile karşılaşır bu simyacıyı arayan bir İngilizdir. O bakır madenini altına dönüştüren formülü öğrenmek ister ve buna ömrünü vermiştir.
Ve uzun çöl yolculuğuna başlarlar. Yol boyu İngiliz kitap okurken, çoban etrafı izler.
Çobanın öğrenmesi ve keşfi doğa ile Simyacının ise kitaplarladır.
Yolda haydutların ve gruplar arası savaşlarının yaşanabileceği haberini alırlar ve daha dikkatli olmaya, geceleri ateş yakmamaya başlarlar.
Yolculuk bitmiştir. Bir vahaya gelmişlerdir. İngiliz, simyacıyı bulacağı yere gelmiş ama çobanın mısıra ulaşmasına daha çok yolu vardır. Burada konaklar en azından etraf sakinleşip, daha güvenli hale gelene dek.
Bir gün çoban burada bir kız ile tanışır ona aşık olur. Kızın adı Fatimadır ve ona bir hazinenin peşine düşerek buralara geldiğini anlatır ama onu gördükten sonra bundan vazgeçtiğini onunla burada evlenip yeni bir hayat kurabileceğini söyler. Bu arada çoban gezinirken gökte iki kartalı süzülüp kapışırken görür o yöne baktığında bir an gözünde bir kare canlanır ve burada düşman atlılıları görmüştür.
Bu kısımdan sonra artık biz çobanın olağanüstü davranışlar sergilediğini göreceğiz. Simyacı bunu hisleriyle duyar hemen oraya atıyla gelir. çobanla tanışırlar ve çoban hayat hikayesini ona anlatır. Bunu kabile reisine anlatmasını söyler. Anlatır ve anlattığı daha sonra gerçekleşir ve ona hazine maliyesinden sorumlu olmasını teklif eder.
Tam da bu kısımda Hz.Yusuf ile benzerliği konu edinilir ve yazar bilerek onu hazine maliyesinden sorumluluk unvanını verdirtir çünkü Hz. Yusuf’ta rüya yorumlamakta ve bunun sonucunda zindandan çıkınca ona bu görev verilmiştir lütuf olarak...Çobanımızın durumu artık çok daha iyidir ve sevdiği kızda yanındadır gitmekten vazgeçer ama Fatima ona şunu der: Sen isteklerini gerçekleştir bizim durumumuz seni bu hayalinden ve amacından alıkoymasın biz arap kadınları çöl hayatında erkekleri hep bir yerlere giden ve bazen dönen bazen dönemeyen bir hayata sahibiz ve sabredebiliriz.
Çoban onu çok sevmektedir ama yola çıkmaya karar verir. Bu arada ingiliz, simyacının yanına gittiğinde ona senin keşfetmen lazım şunu şunu dene diyerek ona yol gösterir. Simyacının da özel güçleri vardır. Çobanın yolculuğunda onun yanında bulunup ona çölün dilini, işaretlerini anlamayı öğretecektir. Yolda yine pek çok haydutla karşılaşırlar onlardan da kurtulurlar.
En son Mısıra varış öncesi son aşamayken ikisini yakalarlar ve hırpalarlar artık kaçış yoktur, tüm değerli eşya ve paralarını da alırlar. Simyacı onları ikna için, “Arkadaşım bir simyacıdır ve özel güçleri vardır. Hatta rüzgarın yerine bile geçebilir.” der.
Roman ilahı, El diye sembolize etmiştir. El'inde yardımıyla çok büyük çöl rüzgarı estirir ve oradakileri ikna eder. Bu aşamalar aslında epey uzun geçmiştir. Çoban rüzgarla, ayla, güneşle ve gökyüzü ile tek tek konuşur.
Bu konuşmalar içinde romanının genelinde hakim olan varlığa, yaşamaya dair felsefik konuşmalar yer alır. Aşktan söz edilir bu kısımda da...Oradan ayrıldıklarında sona yaklaşmışlardır. Simyacı onu arkadaşının yanına götürür ve malzemeleri gözünün önünde uygulayarak bakırı altına dönüştürür.
Çoban geri kalan 3 saatlik yolu kendi aşar ve görkemli piramitlere gelir. İhtişamını izler sonra bir şey kalbine ilham olur. Piramitlere yaklaşır aklına yaşadıkları ve sevgilisi gelir ve gözünden yaş gelir. Burayı elleriyle kazmaya başlar, tam bu sırada iki haydut gelir. Onu döverler ve öldürmemeleri için tüm parasını alırlar. Tam bu an da niye orada bulunduğuyla ilgili 2 kez üstüste aynı rüyayı gördüğünü anlatır.
Burada ki adam böyle basit şeylere kanacak kadar boş vaktimiz yok ben de seneler evvel iki kez bir rüyayı üstüste gördüm ama ben koskoca çölü aşacak kadar şaşkın değilim der ve rüyasını anlatmaya başlar....
Rüyası çobanın koyunlarıyla bulunduğu yeri tarif etmekte orada çobanın çoğu kere yattığı tavanı kırık yıldızları izlediği kilisenin içinde firavuninciri çiçeğinin dibinde hazine var demektedir.
Adam bunları söyler ve uzaklaşır. Çoban tebessüm eder...Aslında yaşlı adam en başından beri her şeyi bilmektedir. Hazine geldiği yerdedir ama bunu bilebilmek içinde kendi yaşam sınavını tamamlaması gerekmektedir.
Eve geri döner. Kiliseye firavunincirinin dibine...orayı kazmaya başlar. Ve keşiş rüzgarına söylenir bunca şeyi yaşamadan erişseydim beni bunlardan koruyamaz mıydın en başında..? Hayır diye yanıtlar rüzgar eğer bu yolculuğa çıkmasaydın bunca ihtişamlı ve güzel olan piramitleri göremeyecektin
Çoban orayı kazar ve pek çok mücevheratın dolu olduğu sandığı alır içine yaşlı adamın verdiği iki taşı da içine koyar ve bir rüzgar eser sevgilisinden bir öpücük getirir. Geliyorum fatima diyerek, son bulur.
Kitap basit bir kurguya sahipti ve komplike olabilecek karakter, yer, mekan yoktu. Açık, net karakterler, betimlemeden uzak belli başlı şahıslar etrafında dönen, başlangıç yerinin mekan olarak İspanya ve bitiş olarak Mısırın hedef alındığını görüyoruz.
Roman boyu biz yazarın İncil de, eski lahit bölümünden alıntılar yaparak bir kurgu oluşturduğunu görüyoruz. Dini terminolojinin kullanıldığı, hissedilir ölçüde mistizim barındırdığı kadar simya ilmi ve incelikleri denebilecek birkaç özel kavramını da öğreniyoruz.
Ve özellikle hayata dair soru-cevap şeklinde oluşan, bilgi vermek ve düşündürmek amaçlı, benim felsefi anlatıma sahip diyebileceğim bir yapısı da vardı. Ama her şeyden öte acaba sonunda ne olacak düşüncesi kitabı da akışkanlaştırıyor. Kim bilir bu da belki yazarın
taktiğidir ve bu taktik içinde bilimsel, dinsel ve tinsel bilgiler barındırsa da romanı okunabilir kılmış.
Kitap Türü:Yabancı Romanlar
Yayınevi:Can Yayınları
Yayınlandığı Yıl:1996
Sayfa Sayısı:184
Arka Kapak
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelhonun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiyede de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlânanın ünlü Mesnevîsinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi.
Simyacı, İspanyadan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiagonun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatnâme"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
Simyacıyı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.
Özet
Kitabın arkasında der ki; İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü.
1988 yılında yayınlanan romanı Simyacı, Coelho'yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. 42 ülkede yayınlanan, 26 dile çevrilen Simyacı, benzersiz bir başarıya ulaştı ve bu kitap sayesinde Gabriel Garcia Marquez'den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar oldu.
Romanımızın kahramanı çoban Santiagodur. Çoban olmadan önce aslında babası onun rahip olmasını ve kilise de çalışmasını ister. Ama o bir rahip olup bir yere kapanmak istemez. Farklı yerleri, farklı insanları tanımak ve görmek istediğini söyler. Babasıyla yaptıkları bir konuşmanın ardından babası bunu kabul eder. Ve ona biraz para verir, “bu parayla koyun sürüsü al ve çobanlık yap” der. Bu amaç doğrultusunda bir sürüye sahip olur. Aslında romanda bu şekilde başlar, daha sonra babası ile konuşması anlatılır. Koyunlarına çok bağlıdır ve birbirlerini anladıklarını düşünürler. Ve istediği olmuştur. Çoban özgür ruhlu biridir ve gökyüzü her gece yaktığı ateş ile onun yorganı olmuştur.
Aradan zaman geçer. Koyunlarını kırktırıp, onları satmak için şehre iner bir dükkana girer ve sıra beklemesi söylenir, kapının önünde bekler. Bu bekleyişte bir kız görür, yanına gelir ve konuşmaya başlarlar. Kız koyun kırktıracağı adamın kızıdır. İyi anlaşırlar. Ona hayatını ve okuduğu kitaplardaki hikayelerden bahseder. Çobanın; yatağı olan kapçiği, ufak bir heybesi ve her gün severek okuduğu ve başına yastık yaptığı kitabı bulunurdu.
Kız şaşırır okuma bilir misiniz der?
Romanın yarısındayız ve aslında şu göze çarpar: “Okuyabilmenin şaşılacak ve herkeste bulunmayacak bir şey olduğuna vurgu yapılır.”
Kız şaşırmıştır... burada; "bir çobansınız, okumayı nasıl bilebilirsiniz?"
İleri ki sayfalarda da çoban bankta otururken yanına gelen adam hakkında düşünürken acaba okuma bilmiyor mudur diye iç geçirir. Ve sıklıkla teorik bilgiler de barındıran, bilgi ve okumanın vurgulandığı kısımlar vardır.
Santiago kıza tutulur. O gün koyunları kırkıldıktan sonra adam seneye yine gel kırkalım der. Çobanımız oradan ayrılır ama aklı kız da kalmıştır. Seneye o gün gelene kadar sabırla bekler.
Günler günleri kovalar. Ve son 3 gün kalmıştır. Hazırlıklarını tamamlamak, yeni bir kitap almak için şehre iner bu arada bir rüyayı iki kez aynı şekliyle görmüş ve bu onu etkilemiştir.
Bunu bir rüya yorumcusu kadına yorumlatmak ister. Kadın ilkin para gözce davranır, çoban pişman olur. Çoban anlatınca ise, kadın: “Tamam senden para istemiyorum ama eğer hazinenin yüzde onunu bana verirsen” der. Santiago rüyasında piramitler de olduğunu ve orada bir adamın kendine yardım ettiğini bir hazineye sahip olacağını görmektedir.
Çocuk oradan ayrılır. Saçmalık bunlar oyuna geliyorum diye düşünürken bir banka oturur. Kitabını okumaya koyulur. Yanına yaşlı bir adam gelir. İlkin adama kitabını okumaya çalıştığı ve habire sorular sorduğu için sinir olur. Sonra öğrenir ki adam zengin bir kraldır. Ve ona çobanın tüm hayatını anlatır. Çoban şaşırır nasıl bilebilirsin benim en gizli sırlarımı bile der.
Adam ona hazineyi bulmaya çıkmasını, herkesin bir amacı ve herkes kendi kişisel menkıbesinin peşinde koşmalıdır der ve pek çok öğütte verir. Çoban inanmak istemez ama onca şeyi nasıl bilmiştir? Adam göğsünü açar parlayan elmasların olduğu göğüslüğünden iki taş çıkarır. Taşlardan biri siyah diğeri beyazdır. Bunların ona yol göstereceğini söyler.
Çoban artık bir seçim yapacaktır. Yaşadığı yeri, koyunları ve aşık olduğu ve belki evleneceği kızı bırakıp bilinmez bir yolculuğa çıkacaktır.
Biz roman boyu Santiago’nun bu tarz seçimler yapma durumunda kaldığını ve bu sıralarda aklı ve gönlü ile bir çatışmada kaldığını görüyoruz.
Zor bir düşünme aşamasından sonra yola çıkmaya karar verir. İlk gittiği yer Afrikadır. İnançlı ve umutludur. Bir gümüşçü ile tanışır.Onun yanında çalışmaya başlar. Kristal eşyalar satan adamın işleri kötüyken Santiagonun gelmesiyle iyileşir ve eski ihtişamlı günlerine döner. Çoban 1 yıl orada çalıştıktan sonra hem 2 katı koyun hem de Mısıra gidecek parayı elde etmiştir.
Yola çıkmadan önce yakınlardaki bir ahıra gider nasıl gidilmelidir?
Burada İngiliz diye hitap edilen biri ile karşılaşır bu simyacıyı arayan bir İngilizdir. O bakır madenini altına dönüştüren formülü öğrenmek ister ve buna ömrünü vermiştir.
Ve uzun çöl yolculuğuna başlarlar. Yol boyu İngiliz kitap okurken, çoban etrafı izler.
Çobanın öğrenmesi ve keşfi doğa ile Simyacının ise kitaplarladır.
Yolda haydutların ve gruplar arası savaşlarının yaşanabileceği haberini alırlar ve daha dikkatli olmaya, geceleri ateş yakmamaya başlarlar.
Yolculuk bitmiştir. Bir vahaya gelmişlerdir. İngiliz, simyacıyı bulacağı yere gelmiş ama çobanın mısıra ulaşmasına daha çok yolu vardır. Burada konaklar en azından etraf sakinleşip, daha güvenli hale gelene dek.
Bir gün çoban burada bir kız ile tanışır ona aşık olur. Kızın adı Fatimadır ve ona bir hazinenin peşine düşerek buralara geldiğini anlatır ama onu gördükten sonra bundan vazgeçtiğini onunla burada evlenip yeni bir hayat kurabileceğini söyler. Bu arada çoban gezinirken gökte iki kartalı süzülüp kapışırken görür o yöne baktığında bir an gözünde bir kare canlanır ve burada düşman atlılıları görmüştür.
Bu kısımdan sonra artık biz çobanın olağanüstü davranışlar sergilediğini göreceğiz. Simyacı bunu hisleriyle duyar hemen oraya atıyla gelir. çobanla tanışırlar ve çoban hayat hikayesini ona anlatır. Bunu kabile reisine anlatmasını söyler. Anlatır ve anlattığı daha sonra gerçekleşir ve ona hazine maliyesinden sorumlu olmasını teklif eder.
Tam da bu kısımda Hz.Yusuf ile benzerliği konu edinilir ve yazar bilerek onu hazine maliyesinden sorumluluk unvanını verdirtir çünkü Hz. Yusuf’ta rüya yorumlamakta ve bunun sonucunda zindandan çıkınca ona bu görev verilmiştir lütuf olarak...Çobanımızın durumu artık çok daha iyidir ve sevdiği kızda yanındadır gitmekten vazgeçer ama Fatima ona şunu der: Sen isteklerini gerçekleştir bizim durumumuz seni bu hayalinden ve amacından alıkoymasın biz arap kadınları çöl hayatında erkekleri hep bir yerlere giden ve bazen dönen bazen dönemeyen bir hayata sahibiz ve sabredebiliriz.
Çoban onu çok sevmektedir ama yola çıkmaya karar verir. Bu arada ingiliz, simyacının yanına gittiğinde ona senin keşfetmen lazım şunu şunu dene diyerek ona yol gösterir. Simyacının da özel güçleri vardır. Çobanın yolculuğunda onun yanında bulunup ona çölün dilini, işaretlerini anlamayı öğretecektir. Yolda yine pek çok haydutla karşılaşırlar onlardan da kurtulurlar.
En son Mısıra varış öncesi son aşamayken ikisini yakalarlar ve hırpalarlar artık kaçış yoktur, tüm değerli eşya ve paralarını da alırlar. Simyacı onları ikna için, “Arkadaşım bir simyacıdır ve özel güçleri vardır. Hatta rüzgarın yerine bile geçebilir.” der.
Roman ilahı, El diye sembolize etmiştir. El'inde yardımıyla çok büyük çöl rüzgarı estirir ve oradakileri ikna eder. Bu aşamalar aslında epey uzun geçmiştir. Çoban rüzgarla, ayla, güneşle ve gökyüzü ile tek tek konuşur.
Bu konuşmalar içinde romanının genelinde hakim olan varlığa, yaşamaya dair felsefik konuşmalar yer alır. Aşktan söz edilir bu kısımda da...Oradan ayrıldıklarında sona yaklaşmışlardır. Simyacı onu arkadaşının yanına götürür ve malzemeleri gözünün önünde uygulayarak bakırı altına dönüştürür.
Çoban geri kalan 3 saatlik yolu kendi aşar ve görkemli piramitlere gelir. İhtişamını izler sonra bir şey kalbine ilham olur. Piramitlere yaklaşır aklına yaşadıkları ve sevgilisi gelir ve gözünden yaş gelir. Burayı elleriyle kazmaya başlar, tam bu sırada iki haydut gelir. Onu döverler ve öldürmemeleri için tüm parasını alırlar. Tam bu an da niye orada bulunduğuyla ilgili 2 kez üstüste aynı rüyayı gördüğünü anlatır.
Burada ki adam böyle basit şeylere kanacak kadar boş vaktimiz yok ben de seneler evvel iki kez bir rüyayı üstüste gördüm ama ben koskoca çölü aşacak kadar şaşkın değilim der ve rüyasını anlatmaya başlar....
Rüyası çobanın koyunlarıyla bulunduğu yeri tarif etmekte orada çobanın çoğu kere yattığı tavanı kırık yıldızları izlediği kilisenin içinde firavuninciri çiçeğinin dibinde hazine var demektedir.
Adam bunları söyler ve uzaklaşır. Çoban tebessüm eder...Aslında yaşlı adam en başından beri her şeyi bilmektedir. Hazine geldiği yerdedir ama bunu bilebilmek içinde kendi yaşam sınavını tamamlaması gerekmektedir.
Eve geri döner. Kiliseye firavunincirinin dibine...orayı kazmaya başlar. Ve keşiş rüzgarına söylenir bunca şeyi yaşamadan erişseydim beni bunlardan koruyamaz mıydın en başında..? Hayır diye yanıtlar rüzgar eğer bu yolculuğa çıkmasaydın bunca ihtişamlı ve güzel olan piramitleri göremeyecektin
Çoban orayı kazar ve pek çok mücevheratın dolu olduğu sandığı alır içine yaşlı adamın verdiği iki taşı da içine koyar ve bir rüzgar eser sevgilisinden bir öpücük getirir. Geliyorum fatima diyerek, son bulur.
Kitap basit bir kurguya sahipti ve komplike olabilecek karakter, yer, mekan yoktu. Açık, net karakterler, betimlemeden uzak belli başlı şahıslar etrafında dönen, başlangıç yerinin mekan olarak İspanya ve bitiş olarak Mısırın hedef alındığını görüyoruz.
Roman boyu biz yazarın İncil de, eski lahit bölümünden alıntılar yaparak bir kurgu oluşturduğunu görüyoruz. Dini terminolojinin kullanıldığı, hissedilir ölçüde mistizim barındırdığı kadar simya ilmi ve incelikleri denebilecek birkaç özel kavramını da öğreniyoruz.
Ve özellikle hayata dair soru-cevap şeklinde oluşan, bilgi vermek ve düşündürmek amaçlı, benim felsefi anlatıma sahip diyebileceğim bir yapısı da vardı. Ama her şeyden öte acaba sonunda ne olacak düşüncesi kitabı da akışkanlaştırıyor. Kim bilir bu da belki yazarın
taktiğidir ve bu taktik içinde bilimsel, dinsel ve tinsel bilgiler barındırsa da romanı okunabilir kılmış.