Bu aralar kiminle konuşursam konuşayım, ilaç depoları ve eczacıların sözümona stok yaptığını ve halka ilaç satmadığı gibi sözleri tekrarladığını gördüm. Tabi ülkenin en tepesindeki isimler böyle konuştuğu için, haberlerde bunlar tekrarlanıyor ve halkta bunlara inanıyor.
Peki bunların gerçeklik payı var mı? İlaç depoları ve eczacılar suçlu mu? Yoksa sistemdeki sıkıntılar, devlet ve Türkiye’deki ilaç sektöründe de büyük sorunlar mevcut mu? Belki aylardır böyle bir konu yazmak istiyordum, fakat kısmet bu güneymiş. Öyle bir konu elime geldi ki, sağolsunlar bu yazıyı yazmak için orta açtılar. Topu filelere göndermek, Türkiye’deki sapkın ve saçma zihniyeti, çarpık sistemi anlatmak bir kez daha bana düştü.
**
Takip edenlerin bildiği üzere, ben her ne kadar uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi mezunu olsam da, küçük yaşlardan beri akademisyen bir annenin çocuğuyum. Eczacılık bölümünden mezun olan, ilaç firmalarında çalışmış ve yöneticilik yapmış fakat Türkiye’deki, çalışmaktan çok ofis politikası ile bir yerlere gelmeyi planlayan, doğruları bir türlü kabul edemeyen, ARGE yeteneği ve zihniyetine sahip olmayan bir dinazor dediğimiz, sanayideki köşe başlarını ele geçirmiş eski kafalı yöneticiler nedeniyle; bilimsel çalışma ve ARGE yapabilmek için annem kendi firmasını kurmak durumunda kaldı.
Yıllardır ilaç sektöründeki sıkıntıları konuşuyorduk, fakat 1 yıldır annemle çalıştığım için, kendimi bu alanın içerisinde buldum. 3,5 yıllık şirket henüz “yürümeye çalışan bebek” olsa da; bitirdiğimiz projeler; herkesin imkansız, yapamazsınız dediği projelerdir. Çok kısıtlı çalışan sayısı, gerçekten çok sıkıntılı bütçe ve kurulduğu yıl kalkışma ve devamında TÜBİTAK projelerinin dondurulması, reddedilmesi ve ekonomik kriz gibi bir sürü sorunlarla boğuşurken bunları başardık. Eski firmaların 20 yılda karşılaşmadığı zorlukları, kurulur kurulmaz biz 3,5 yılda yaşadık.
Bu yüzden Türkiye’deki ilaç firmaları, ARGE çalışmaları ve durum ile ilgili sizlere birazcık içeriden bilgi vermem şart. Tabi ki annemin de 27 yıllık akademisyen ve 13 yıllık ilaç sanayi (ve bütün bu süreçte ARGE) bilgi ve tecrübesi, konuyu şekillendirecek.
Sade Bir Şekilde: Türkiye’de İlaç Stoku Mu Var?
Son bir kaç aylık haberleri takip ettiyseniz; Türkiye’de soğan lobisi, patlıcan gizli tarikati, ilaç stok topluluğu gibi bir takım bana göre talihsiz açıklamalara denk gelmeniz muhtemeldir. 2015 ve 2016’da, Türkiye’de ekonomik krizin 2017-2018’de çıkacağını ve esas sıkıntının 2020’de geleceğini söylemiştim. Bütün bunların üzerine başkanlık sisteminin Türkiye’de çalışmayacağını da anlattık.
Yıllardır liyakat, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı, eşitlik, adalet gibi bazı kavramları beni geçin, alanında uzman bir çok insan vurgu yapıyor. Fakat hiçbiri dinlenmedi. Bir makam, Türkiye’deki her işe ve her soruna koşturmaya çalışıyor. Değil Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelmiş geçmiş en yüksek IQ’lu ve yönetim konusunda uzmanlığı olan profesörler bu sistemin başında olsa, her şeyi bizzat düzeltmeye çalışsa; yine beceremez. Öncelikle adil ve işin uzmanına görevi veren bir sistem oturtulmalı. Ardından, yetkin ve bilgili insanların, uzmanlık alanlarındaki işleri yapmasına imkan verilmeli. “Bu olmaz, sıkıntı çıkar” diyen insanlar dinlenmeli; maalesef bizde vatan haini ilan edilip, ya mahkemelerle ya da baskı ile (mobing) görevden uzaklaştırılıyor.
Sonuç?
Soğan, patlıcan, ilaç…. Her alanda problem. Stok, depolama, dış mihrak, illüminati, derin devlet gibi çeşitli eylem ve gruplara suçlamalar yöneltmek yerine; sorunu çözmek için, sistemin sıkıntılı olduğunu kabullenmemiz gerek!
Koskoca devlet, soğan lobisi diye bir şeyin olduğunu ve dış mihraklar tarafından bunun ayartıldığını söylüyor. İktidara geldiğinde Avrupa Birliği umutlarını canlandıran; devamında 2023, 2053, 2071 hedefleri olan iktidarın Başkanlık sistemi ile birlikte geldiği nokta soğan lobisi oldu.
Bir sürü eczacı tanıdığımız var, ihtiyacımız olan bir kaç ilacı hepsine sorduk, maalesef çoğunda ilaç yok. Saklama falan değil, piyasada gerçek anlamda ilaç yok.
Piyasadaki İlaç Sorununun Arka Planı
2018’de, devlete satılan ilaçtaki döviz kuru, TİTCK’nın (Sağlık Bakanlığı’na bağlı) açıkladığı döviz kuru (Euro) 2,6934 idi [1]. Yani devlete ilaç satacaksanız, ancak bu kur üzerinden çevirip satabiliyorsunuz. Fakat 2018’de Euro’nun 7’ye çıktığını tekrar hatırlatmak isterim. Şu anda TİTCK’nın döviz kuru hâlâ 2,6934’tür. Normal şartlarda Şubat ayında açıklanan ilaç döviz kuru,bu yıl muhtemelen seçimlerden sonra açıklanacak.
Buna göre, ben hiçbir üretim yapmasam, ve sadece yurt dışından ilaç getirip burada satsam (ithalatçı olsam) dahi, güncel kur ile 5,95 olarak aldığım ilacı, 2,6934’e devlete satacağım. Yani aldığım fiyatın yarısına satmak durumunda kalıyorum. En basit mantıkla böyle açıklayabilirim. Haliyle, bırakın kârdan zararı, kar dahi edilemeyeceği için, ne orjinatör ne de jenerik ilaç firmaları; Türkiye’ye ilaç getirip, bir yardım kuruşu gibi zarar ederek ilaç satmak istemiyor.
**
Diyelim ki, bütün ilaçlar yurt içinde üretilebiliyor. O zaman da ilaç etken maddeleri, yani anlayacağınız dilde hammaddeler ve yardımcı maddeleri yurt dışından ithal edildiği için yine döviz kuru önem taşımaktadır. Bu konuyu, Türkiye’deki ilaç sektörü sıkıntıları bölümünde detaylıca açıklayacağım.
Görebileceğiniz üzere, en büyük sıkıntıların başında, getirdikleri ve ürettikleri ilaçlardan para kazanamamaları var. Besin takviyesi haricinde (OTC, raf üstü ilaçlar) haricindeki ilaç fiyatları Sağlık Bakanlığı kontrolündedir. Eğitimi ve bilgisi bitkisel ilaçlar ve hatta eczacılık vs gibi alanlardan farklı olan bir çok şarlatanın televizyonlarda yalan yanlış bilgi vermesi; bununla da yetmezmiş gibi yanlış ve sıkıntılı bitkisel ilaçları üretip halka önermesi fakat C vitaminin yararını dahi açıklayamayan insanların türemesinin nedeni işte bu kontrolsüzlüktür.
Annem farmakolog yani eğitimi, ilaçların vücuttaki etkilerini nasıl gösterdi üzerinedir. Anadolu Üniversitesi TBAM (tıbbi ve aromatik bitki ve ilaç araştırma merkezi) gibi bitkisel ilaçlarda Türkiye’de ilk, dünyada ikinci merkez olan bir araştırma merkezinde 11 yıl boyunca bitkisel ilaçların etkilerini araştırdı. Buradaki kadro daha sonra politik nedenlerden dolayı dağıtılmış, kurumun ismi değiştirilmiş olsa da; burada eğitim gören akademisyenler şu an Türkiye’de ve dünyada bir çok farklı noktada çok önemli işler yapmaktadır.
Fakat annem dahil, bitkisel ilaç üzerine uzmanlığı olan insanların televizyonu açtığında çıldıracağı kadar cahil profesörlerin(!) televizyonda saçma sapan bilgiler vermesi de, Türkiye’deki başka bir talihsizliktir. Bu konuya şimdilik bu kadar değineyim.
Türkiye’deki İlaç Sektörünün Sorunları ve Arka Planı
Türkiye’deki ilaç sektörünü kısaca anlatmak gerekirse; hükümet yıllardır “milli ilaç” konusunda adım atmaya çalışsa da, Türkiye’nin henüz orjinal bir ilacı yoktur. Türkiye’deki ilaç firmaları ARGE yani araştırma geliştirme değil, ÜRGE yani ürün geliştirme yapmaktadır.
Bileyenler için kısaca açıklamam gerekirse, Türkiye, bir jenerik ilaç cennetidir. Yani orjinal bir ürünün patenti bittikten sonra (patenti bitmese dahi, patent aşılarak), orjinal ilaca benzer ilaç üreten firmalarla dolu. Fakat esas payı orjinal ilacı çıkartan götürüyor. Fakat geri kalan pazarı ise, aynı ilacı üreten onlarca ilaç firması paylaşıyor. Hâl bu olunca, Türkiye’deki ilaç sektörü, aslında anlatıldığı ve düşünüldüğü kadar gelişmiş değildir.
Peki Türkiye’de, ilaç sektöründe ARGE yapmak isterseniz ne olur? Yine annemin defalarca başına gelen olayı anlatayım. Jenerik yerine süperjenerik yani değer katılmış ürün, yani piyasadaki ürünlerden daha iyi etki gösteren bir ürün çıkartmaya çalıştığınızda; ortaokul, lise ve üniversiteyi kopya ile bitirmiş ve köşe başlarını tutmuş zihniyet, yine kopyacı bir davranışla, çıkartmak istediğiniz ürünün Avrupa’da olup olmadığını sorguluyor. Bunun için IMS verilerini istiyorlar. Fakat böyle bir ürün piyasada olmadığı için ne satış verileri ne de başka bir veri var. Zaten “değer katılmış ürünün” amacı, olmayanı çıkartarak, öne geçmektir.
Türkiye’deki ilaç sektörü bu tarzda bir yeniliğe açık olmadığı ve tamamen kopyacılık üzerine kurulduğu için, zamanında önerilen projelere başlanmadığından, 3-4 yıl sonra benzer ürün orjinatör firmalar tarafından çıkartılınca, kopyacı dinazorların kafasına dank ediyor fakat 4 yıl+arge süreci+ruhsatlandırma vs derken birden en az 8-10 yıl piyasanın arkasına düşüyorlar.
İlaç Sektöründe Eczacılar Yok!
Eczacılık okuyan arkadaşlarla ve öğrencilerle görüştüğümde, ne yazık ki %90’ının hayalinin eczane açmak olduğunu gördüm. Fakat eczacılar, ilaç firmalarında ve ilaç sektöründe az olduğu için; ilacın özelliklerini bilen, anlayan ve yenilikleri geliştirebilecek hiç kimse olmuyor. Maalesef Steve Jobs’un da dediği gibi, ürünleri satan pazarlama ekibi olduğu için, şirketlerde genellikle başarılar pazarlama ekiplerine mâl ediliyor ve pazarlamacılar daha kolay yükseliyor. Fakat ARGE olmadan kalıcı bir şirket kurmak ve şirketin büyümesi neredeyse imkansız gibidir.
Hiç unutmuyorum, annem öğrencilerine “ilaç vücuda alındıktan sonra ne olur?” diye sorduğu zaman, öğrenciler yok olduğunu söylemiş. Fakat ilaç, değişime uğrayarak veya uğramadan atılır ve “siyaset bilimi, yönetim” gibi alanlardakilerin de ne yazık ki hesaplayamayacağı üzere; suya ve toprağa karışır. Yani kullandığımız ilaçlar, içildikten sonra yok olmuyor ve tekrar döngüye giriyor ve belkide toprağı, bitkileri, hayvanları etkiliyor. Haliyle ekolojik denge konusunda çalışma yapılması gerekirken, bu konuları düşünebilecek eczacıların ürün geliştirmesi ve yöneticilerin, ilgili önlemleri alması gerekir. Fakat henüz en basit yönetim sorunlarını dahi aşamamış bir ülke olarak, bu şekilde köklü düşünebilecek insanların ülkemizden çıkmasını beklemek, güçtür.
Yerli Üretimlerdeki Yersizlik
Sadece ilaç değil, bugün bir çok “yerli üretim” logosu bulunan üründe aynı sorunlar vardır. Bugün Türkiye’de devletten destek almak için “biyoteknolojik ürün” ürettiğini iddia eden bazı firmalar, aslında fill&finish product denilen yani doldur-sat ürünleri çıkartıyor. Daha da açmak gerekirse; yurt dışında üretilmiş ürünleri, Türkiye’de paketleyip, bilisterleyip, şişeleyip, ampüllere doldurup; kendi üretmiş gibi satıyor.
Türkiye’de gerçekten bir ilaç üretmeye çalışsak; etken ve yardımcı maddeden kapsüllere ve hatta blisterde kullanılan maddelere, ve hepsi bittiğinde içine koyduğumuz kartona kadar her şey yurt dışından gelmektedir. Dolayısıyla, istediğiniz kadar formül geliştirip, yerli üretim yapın; maalesef yurt dışına bağımlı hale gelmiş bulunmaktayız.
Olası Bir Ambargo Durumunda
Umarım olmaz, fakat olursa; ambargo durumunda bu maddelerin hiçbiri ülkeye girmeyeceği için, en basitinden şeker hastaları insülin ve hatta metformin bulamayıp belkide ölecekler. Sadece şeker değil; kalp hastaları, kronik hastalıkları olan tüm insanlar ölüm riski ile karşı karşıya gelecek.
Buradaki en büyük problem; Türk firmalarının biraz para görünce firmaları yabancılara satması ve özellikle Türkiye’de yardımcı ve etken maddelerin üretilmemesidir.
Daha basit açıklamam gerekirse; siz istediğiniz kadar yerli araba yapın; eğer çeliği, yazılımı, elektronik donanımları, işlemciyi vs yurt dışından alıyorsanız; ambargo halinde bunları bulamayacağınız için üretemeyeceksiniz.
Fakat ilaç sektörü, arabadan çok daha ciddidir. Stratejiktir. Stratejik olarak; savunma, iletişim, gıda ve ilaç sektörleri vardır. Savunma sektöründe kendi geliştirdiğimiz İHA, helikopter, silah, füze vs gibi ürünlerin önemini hep birlikte en başta Suriye’de gördük. Fakat Türkiye’deki yanlış politikalar sebebiyle, gıda sektöründe tohumlara varıncaya kadar yabancılara muhtaç hale getirildik. Bugün veteriner ineği tohumluyor ve azot içinde getirdiği tohumlar, yurt dışından. Aynı şekilde domates vs tohumları yurt dışından. Ata tohumu kullanmak isterseniz, çiftçiye ağır yük bindiriliyor. Ayrıca ceza alıyorsunuz. Bugün inek ve öküzün çiftleşmesi sonucu yavru doğarsa çiftçiler, cezalandırılıyor.
Savunma ve gıdanın dışında iletişime de bakarsanız; yabancılar baskınlık kurmuş durumda. Elimizde olan GSM şirketinin de ne hale geldiğini Turkcell neden çökecek başlıklı konumda belirttim. Fakat hepsinin ötesinde, ilaç sektöründe de çok büyük sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Buradaki sorunlar sadece depolardan vs değil, sistemden de kaynaklanıyor ve daha kötüsü ya bilinçsizlikten bu haldeyiz ya da aşırı bilinçten!
Türkiye Büyük Pazar
82 milyon insanın yaşadığı Türkiye, çok büyük bir pazar. Hatırlarsanız Avrupa’nın en çok antibiyotik kullanan ülkesi idik ve ilaç kullanımı ülkemizde bir hayli fazla. Yaşam kalitesinin düşük olması ve yeterince beslenememe ilaç kullanımını tetikleyen ana nedenlerdir.
Böyle büyük bir pazarda orjinatör firmalar pazar payını küçültmemek için ve kârın devamınlığını sağlamak için gerektiğinde çıkar lobisi haline gelerek, politikalara müdahale etmektedir! Daha fazla açmıyorum, fakat gerekirse daha detaylı da yayınlarım.
Bunun dışında, Türkiye’deki üretilen güzel ilaçlar var. Fakat bir şekilde halk içinde karalama kampanyaları ile bu ilaçların üzerine suç atılmaktadır. Sadece ilaç değil, Türkiye’de üretilen cihazlara dahi aynı şeyleri, bizzat Türkler yapmaktadır. Yani rüşvet vermedikleri için, yıllarca hiçbir sıkıntı çıkartmayan Türk cihaz firmalarına bir sürü şey söyleyen nice yöneticileri gördük.
Sanıyorum ki, Türk’ün Türk’e verdiği zararı ne dış mihrak ne de sözüona soğan lobisi vs veremez!
Değişen Dünyada Dinazorlaşan Depolar
Bugün ilaç üretip satmaya çalışsanız, bir şekilde dönüp dolaşıp ilaç depolarına takılıyorsunuz. Buralara ilaçlarınızı vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu da demek oluyor ki, kazandığınız paranın %35 ila %40’ını depolara vermek zorundasınız. Nereden bakarsanız bakın, bu iş tefeciliktir.
Sebze/meyve işinde olduğu gibi, araya giren aracıdır. Fakat yüksek miktarda ödeme yapmanız gerekiyor ve sistem ne yazık ki bu şekilde işliyor. Haliyle ilaç fiyatlarının yükselmesinde ve ilaç firmalarının kâr edemeyeceği için ilaç getirmemesindeki nedenlerden bir tanesi de budur.
Dünyada ilaç firmaları e-ticaret sayfaları üzerinden direkt olarak ilaçlarını eczacılara satabilmektedir. Türkiye’de de benzer sistemin getirilmesi, ilaç fiyatlarını önemli ölçüde aşağıya çekecektir.
Sonuç Olarak
Türkiye’de ilaç depolaması, saklanması gibi şeylerin olduğu iddiası, yukarıdaki saydığım nedenlerden ötürü doğru sayılamaz. Bu tür iddialar, milleti eczacılara ve ilaç firmalarına karşı kutuplaştırmaktadır. Sadece eczacılar değil, soğan üreticileri, patlıcan üreticileri ve gördüğümüz, ileride de göreceğimiz nice sektöre en üst düzey isimler tarafından yüklenildi ve yüklenilecektir. Fakat sorun bunları üretenlerde değil; aradaki çok sayıda aracıya müsade eden ve bozuk sistem nedeniyle maliyetleri arttıran sistemdedir. Yani politikalardadır.
Bunun üzerine gıda, iletişim, ilaç ve savunma gibi stratejik 4 sektörde bir üretim ve ARGE yapmaya çalışan firmalar, aynı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Devletin bu sektörlere daha da destek vermesi, önünü açması gerekmektedir. En basitinden, teknolojik cihazlardaki vergileri tamamen kaldırması çok önemli bir adımdı! Fakat cihazları 1 kere alırken, sürekli aldığımız sarf malzemelerinde kimyasallarda hâlâ %18 vergi uygulanmaktadır! Bunun yanında destek aldığımızda önce parayı ödememiz, 6 ay sonra %70 civarını geri almamız söz konusu. Büyük firmalar için sorun olmaya bilir fakat ARGE üzerinde durarak önemli ürünler çıkartan dinamik ve küçük firmalar için çok büyük problem teşkil etmektedir.
Hepsinin ötesinde, bazı büyük firmaların “arge ve teknolojik ürün üretiyoruz” adı altında 4 duvar kurup, hiçbir şey yapmadığına da bir kaç kez şahit oldum. Bu da devletin, dolayısıyla halkın parasını almak için yapılan bir nevi dolandırıcılıktır! Devletin bu tarz şeylere de müsade etmemesi ve verdiği hibeleri sonuna kadar takip etmesi gerekmektedir. Ayrıca bu ARGE projeleri, destekleri ve hibeler bir şekilde puanlı hale getirilmeli ve biten projeler, şirketin büyüklüğü (küçük firmanın geliştirdiği önemli proje, daha fazla puan almalı) gibi çeşitli kriterlere göre hesaplanmalı ve destek miktarı ve sıklığı bunlara göre düzenlenmelidir.
**
Umarım bu yazı Türkiye’de ARGE, ilaç sektörü ve stratejik alanlar ile ilgili konularda, kafanızdaki bazı soru işaretlerini gidermiştir.
Peki bunların gerçeklik payı var mı? İlaç depoları ve eczacılar suçlu mu? Yoksa sistemdeki sıkıntılar, devlet ve Türkiye’deki ilaç sektöründe de büyük sorunlar mevcut mu? Belki aylardır böyle bir konu yazmak istiyordum, fakat kısmet bu güneymiş. Öyle bir konu elime geldi ki, sağolsunlar bu yazıyı yazmak için orta açtılar. Topu filelere göndermek, Türkiye’deki sapkın ve saçma zihniyeti, çarpık sistemi anlatmak bir kez daha bana düştü.
**
Takip edenlerin bildiği üzere, ben her ne kadar uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi mezunu olsam da, küçük yaşlardan beri akademisyen bir annenin çocuğuyum. Eczacılık bölümünden mezun olan, ilaç firmalarında çalışmış ve yöneticilik yapmış fakat Türkiye’deki, çalışmaktan çok ofis politikası ile bir yerlere gelmeyi planlayan, doğruları bir türlü kabul edemeyen, ARGE yeteneği ve zihniyetine sahip olmayan bir dinazor dediğimiz, sanayideki köşe başlarını ele geçirmiş eski kafalı yöneticiler nedeniyle; bilimsel çalışma ve ARGE yapabilmek için annem kendi firmasını kurmak durumunda kaldı.
Yıllardır ilaç sektöründeki sıkıntıları konuşuyorduk, fakat 1 yıldır annemle çalıştığım için, kendimi bu alanın içerisinde buldum. 3,5 yıllık şirket henüz “yürümeye çalışan bebek” olsa da; bitirdiğimiz projeler; herkesin imkansız, yapamazsınız dediği projelerdir. Çok kısıtlı çalışan sayısı, gerçekten çok sıkıntılı bütçe ve kurulduğu yıl kalkışma ve devamında TÜBİTAK projelerinin dondurulması, reddedilmesi ve ekonomik kriz gibi bir sürü sorunlarla boğuşurken bunları başardık. Eski firmaların 20 yılda karşılaşmadığı zorlukları, kurulur kurulmaz biz 3,5 yılda yaşadık.
Bu yüzden Türkiye’deki ilaç firmaları, ARGE çalışmaları ve durum ile ilgili sizlere birazcık içeriden bilgi vermem şart. Tabi ki annemin de 27 yıllık akademisyen ve 13 yıllık ilaç sanayi (ve bütün bu süreçte ARGE) bilgi ve tecrübesi, konuyu şekillendirecek.
Sade Bir Şekilde: Türkiye’de İlaç Stoku Mu Var?
Son bir kaç aylık haberleri takip ettiyseniz; Türkiye’de soğan lobisi, patlıcan gizli tarikati, ilaç stok topluluğu gibi bir takım bana göre talihsiz açıklamalara denk gelmeniz muhtemeldir. 2015 ve 2016’da, Türkiye’de ekonomik krizin 2017-2018’de çıkacağını ve esas sıkıntının 2020’de geleceğini söylemiştim. Bütün bunların üzerine başkanlık sisteminin Türkiye’de çalışmayacağını da anlattık.
Yıllardır liyakat, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı, eşitlik, adalet gibi bazı kavramları beni geçin, alanında uzman bir çok insan vurgu yapıyor. Fakat hiçbiri dinlenmedi. Bir makam, Türkiye’deki her işe ve her soruna koşturmaya çalışıyor. Değil Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelmiş geçmiş en yüksek IQ’lu ve yönetim konusunda uzmanlığı olan profesörler bu sistemin başında olsa, her şeyi bizzat düzeltmeye çalışsa; yine beceremez. Öncelikle adil ve işin uzmanına görevi veren bir sistem oturtulmalı. Ardından, yetkin ve bilgili insanların, uzmanlık alanlarındaki işleri yapmasına imkan verilmeli. “Bu olmaz, sıkıntı çıkar” diyen insanlar dinlenmeli; maalesef bizde vatan haini ilan edilip, ya mahkemelerle ya da baskı ile (mobing) görevden uzaklaştırılıyor.
Sonuç?
Soğan, patlıcan, ilaç…. Her alanda problem. Stok, depolama, dış mihrak, illüminati, derin devlet gibi çeşitli eylem ve gruplara suçlamalar yöneltmek yerine; sorunu çözmek için, sistemin sıkıntılı olduğunu kabullenmemiz gerek!
Koskoca devlet, soğan lobisi diye bir şeyin olduğunu ve dış mihraklar tarafından bunun ayartıldığını söylüyor. İktidara geldiğinde Avrupa Birliği umutlarını canlandıran; devamında 2023, 2053, 2071 hedefleri olan iktidarın Başkanlık sistemi ile birlikte geldiği nokta soğan lobisi oldu.
Bir sürü eczacı tanıdığımız var, ihtiyacımız olan bir kaç ilacı hepsine sorduk, maalesef çoğunda ilaç yok. Saklama falan değil, piyasada gerçek anlamda ilaç yok.
Piyasadaki İlaç Sorununun Arka Planı
2018’de, devlete satılan ilaçtaki döviz kuru, TİTCK’nın (Sağlık Bakanlığı’na bağlı) açıkladığı döviz kuru (Euro) 2,6934 idi [1]. Yani devlete ilaç satacaksanız, ancak bu kur üzerinden çevirip satabiliyorsunuz. Fakat 2018’de Euro’nun 7’ye çıktığını tekrar hatırlatmak isterim. Şu anda TİTCK’nın döviz kuru hâlâ 2,6934’tür. Normal şartlarda Şubat ayında açıklanan ilaç döviz kuru,bu yıl muhtemelen seçimlerden sonra açıklanacak.
Buna göre, ben hiçbir üretim yapmasam, ve sadece yurt dışından ilaç getirip burada satsam (ithalatçı olsam) dahi, güncel kur ile 5,95 olarak aldığım ilacı, 2,6934’e devlete satacağım. Yani aldığım fiyatın yarısına satmak durumunda kalıyorum. En basit mantıkla böyle açıklayabilirim. Haliyle, bırakın kârdan zararı, kar dahi edilemeyeceği için, ne orjinatör ne de jenerik ilaç firmaları; Türkiye’ye ilaç getirip, bir yardım kuruşu gibi zarar ederek ilaç satmak istemiyor.
**
Diyelim ki, bütün ilaçlar yurt içinde üretilebiliyor. O zaman da ilaç etken maddeleri, yani anlayacağınız dilde hammaddeler ve yardımcı maddeleri yurt dışından ithal edildiği için yine döviz kuru önem taşımaktadır. Bu konuyu, Türkiye’deki ilaç sektörü sıkıntıları bölümünde detaylıca açıklayacağım.
Görebileceğiniz üzere, en büyük sıkıntıların başında, getirdikleri ve ürettikleri ilaçlardan para kazanamamaları var. Besin takviyesi haricinde (OTC, raf üstü ilaçlar) haricindeki ilaç fiyatları Sağlık Bakanlığı kontrolündedir. Eğitimi ve bilgisi bitkisel ilaçlar ve hatta eczacılık vs gibi alanlardan farklı olan bir çok şarlatanın televizyonlarda yalan yanlış bilgi vermesi; bununla da yetmezmiş gibi yanlış ve sıkıntılı bitkisel ilaçları üretip halka önermesi fakat C vitaminin yararını dahi açıklayamayan insanların türemesinin nedeni işte bu kontrolsüzlüktür.
Annem farmakolog yani eğitimi, ilaçların vücuttaki etkilerini nasıl gösterdi üzerinedir. Anadolu Üniversitesi TBAM (tıbbi ve aromatik bitki ve ilaç araştırma merkezi) gibi bitkisel ilaçlarda Türkiye’de ilk, dünyada ikinci merkez olan bir araştırma merkezinde 11 yıl boyunca bitkisel ilaçların etkilerini araştırdı. Buradaki kadro daha sonra politik nedenlerden dolayı dağıtılmış, kurumun ismi değiştirilmiş olsa da; burada eğitim gören akademisyenler şu an Türkiye’de ve dünyada bir çok farklı noktada çok önemli işler yapmaktadır.
Fakat annem dahil, bitkisel ilaç üzerine uzmanlığı olan insanların televizyonu açtığında çıldıracağı kadar cahil profesörlerin(!) televizyonda saçma sapan bilgiler vermesi de, Türkiye’deki başka bir talihsizliktir. Bu konuya şimdilik bu kadar değineyim.
Türkiye’deki İlaç Sektörünün Sorunları ve Arka Planı
Türkiye’deki ilaç sektörünü kısaca anlatmak gerekirse; hükümet yıllardır “milli ilaç” konusunda adım atmaya çalışsa da, Türkiye’nin henüz orjinal bir ilacı yoktur. Türkiye’deki ilaç firmaları ARGE yani araştırma geliştirme değil, ÜRGE yani ürün geliştirme yapmaktadır.
Bileyenler için kısaca açıklamam gerekirse, Türkiye, bir jenerik ilaç cennetidir. Yani orjinal bir ürünün patenti bittikten sonra (patenti bitmese dahi, patent aşılarak), orjinal ilaca benzer ilaç üreten firmalarla dolu. Fakat esas payı orjinal ilacı çıkartan götürüyor. Fakat geri kalan pazarı ise, aynı ilacı üreten onlarca ilaç firması paylaşıyor. Hâl bu olunca, Türkiye’deki ilaç sektörü, aslında anlatıldığı ve düşünüldüğü kadar gelişmiş değildir.
Peki Türkiye’de, ilaç sektöründe ARGE yapmak isterseniz ne olur? Yine annemin defalarca başına gelen olayı anlatayım. Jenerik yerine süperjenerik yani değer katılmış ürün, yani piyasadaki ürünlerden daha iyi etki gösteren bir ürün çıkartmaya çalıştığınızda; ortaokul, lise ve üniversiteyi kopya ile bitirmiş ve köşe başlarını tutmuş zihniyet, yine kopyacı bir davranışla, çıkartmak istediğiniz ürünün Avrupa’da olup olmadığını sorguluyor. Bunun için IMS verilerini istiyorlar. Fakat böyle bir ürün piyasada olmadığı için ne satış verileri ne de başka bir veri var. Zaten “değer katılmış ürünün” amacı, olmayanı çıkartarak, öne geçmektir.
Türkiye’deki ilaç sektörü bu tarzda bir yeniliğe açık olmadığı ve tamamen kopyacılık üzerine kurulduğu için, zamanında önerilen projelere başlanmadığından, 3-4 yıl sonra benzer ürün orjinatör firmalar tarafından çıkartılınca, kopyacı dinazorların kafasına dank ediyor fakat 4 yıl+arge süreci+ruhsatlandırma vs derken birden en az 8-10 yıl piyasanın arkasına düşüyorlar.
İlaç Sektöründe Eczacılar Yok!
Eczacılık okuyan arkadaşlarla ve öğrencilerle görüştüğümde, ne yazık ki %90’ının hayalinin eczane açmak olduğunu gördüm. Fakat eczacılar, ilaç firmalarında ve ilaç sektöründe az olduğu için; ilacın özelliklerini bilen, anlayan ve yenilikleri geliştirebilecek hiç kimse olmuyor. Maalesef Steve Jobs’un da dediği gibi, ürünleri satan pazarlama ekibi olduğu için, şirketlerde genellikle başarılar pazarlama ekiplerine mâl ediliyor ve pazarlamacılar daha kolay yükseliyor. Fakat ARGE olmadan kalıcı bir şirket kurmak ve şirketin büyümesi neredeyse imkansız gibidir.
Hiç unutmuyorum, annem öğrencilerine “ilaç vücuda alındıktan sonra ne olur?” diye sorduğu zaman, öğrenciler yok olduğunu söylemiş. Fakat ilaç, değişime uğrayarak veya uğramadan atılır ve “siyaset bilimi, yönetim” gibi alanlardakilerin de ne yazık ki hesaplayamayacağı üzere; suya ve toprağa karışır. Yani kullandığımız ilaçlar, içildikten sonra yok olmuyor ve tekrar döngüye giriyor ve belkide toprağı, bitkileri, hayvanları etkiliyor. Haliyle ekolojik denge konusunda çalışma yapılması gerekirken, bu konuları düşünebilecek eczacıların ürün geliştirmesi ve yöneticilerin, ilgili önlemleri alması gerekir. Fakat henüz en basit yönetim sorunlarını dahi aşamamış bir ülke olarak, bu şekilde köklü düşünebilecek insanların ülkemizden çıkmasını beklemek, güçtür.
Yerli Üretimlerdeki Yersizlik
Sadece ilaç değil, bugün bir çok “yerli üretim” logosu bulunan üründe aynı sorunlar vardır. Bugün Türkiye’de devletten destek almak için “biyoteknolojik ürün” ürettiğini iddia eden bazı firmalar, aslında fill&finish product denilen yani doldur-sat ürünleri çıkartıyor. Daha da açmak gerekirse; yurt dışında üretilmiş ürünleri, Türkiye’de paketleyip, bilisterleyip, şişeleyip, ampüllere doldurup; kendi üretmiş gibi satıyor.
Türkiye’de gerçekten bir ilaç üretmeye çalışsak; etken ve yardımcı maddeden kapsüllere ve hatta blisterde kullanılan maddelere, ve hepsi bittiğinde içine koyduğumuz kartona kadar her şey yurt dışından gelmektedir. Dolayısıyla, istediğiniz kadar formül geliştirip, yerli üretim yapın; maalesef yurt dışına bağımlı hale gelmiş bulunmaktayız.
Olası Bir Ambargo Durumunda
Umarım olmaz, fakat olursa; ambargo durumunda bu maddelerin hiçbiri ülkeye girmeyeceği için, en basitinden şeker hastaları insülin ve hatta metformin bulamayıp belkide ölecekler. Sadece şeker değil; kalp hastaları, kronik hastalıkları olan tüm insanlar ölüm riski ile karşı karşıya gelecek.
Buradaki en büyük problem; Türk firmalarının biraz para görünce firmaları yabancılara satması ve özellikle Türkiye’de yardımcı ve etken maddelerin üretilmemesidir.
Daha basit açıklamam gerekirse; siz istediğiniz kadar yerli araba yapın; eğer çeliği, yazılımı, elektronik donanımları, işlemciyi vs yurt dışından alıyorsanız; ambargo halinde bunları bulamayacağınız için üretemeyeceksiniz.
Fakat ilaç sektörü, arabadan çok daha ciddidir. Stratejiktir. Stratejik olarak; savunma, iletişim, gıda ve ilaç sektörleri vardır. Savunma sektöründe kendi geliştirdiğimiz İHA, helikopter, silah, füze vs gibi ürünlerin önemini hep birlikte en başta Suriye’de gördük. Fakat Türkiye’deki yanlış politikalar sebebiyle, gıda sektöründe tohumlara varıncaya kadar yabancılara muhtaç hale getirildik. Bugün veteriner ineği tohumluyor ve azot içinde getirdiği tohumlar, yurt dışından. Aynı şekilde domates vs tohumları yurt dışından. Ata tohumu kullanmak isterseniz, çiftçiye ağır yük bindiriliyor. Ayrıca ceza alıyorsunuz. Bugün inek ve öküzün çiftleşmesi sonucu yavru doğarsa çiftçiler, cezalandırılıyor.
Savunma ve gıdanın dışında iletişime de bakarsanız; yabancılar baskınlık kurmuş durumda. Elimizde olan GSM şirketinin de ne hale geldiğini Turkcell neden çökecek başlıklı konumda belirttim. Fakat hepsinin ötesinde, ilaç sektöründe de çok büyük sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Buradaki sorunlar sadece depolardan vs değil, sistemden de kaynaklanıyor ve daha kötüsü ya bilinçsizlikten bu haldeyiz ya da aşırı bilinçten!
Türkiye Büyük Pazar
82 milyon insanın yaşadığı Türkiye, çok büyük bir pazar. Hatırlarsanız Avrupa’nın en çok antibiyotik kullanan ülkesi idik ve ilaç kullanımı ülkemizde bir hayli fazla. Yaşam kalitesinin düşük olması ve yeterince beslenememe ilaç kullanımını tetikleyen ana nedenlerdir.
Böyle büyük bir pazarda orjinatör firmalar pazar payını küçültmemek için ve kârın devamınlığını sağlamak için gerektiğinde çıkar lobisi haline gelerek, politikalara müdahale etmektedir! Daha fazla açmıyorum, fakat gerekirse daha detaylı da yayınlarım.
Bunun dışında, Türkiye’deki üretilen güzel ilaçlar var. Fakat bir şekilde halk içinde karalama kampanyaları ile bu ilaçların üzerine suç atılmaktadır. Sadece ilaç değil, Türkiye’de üretilen cihazlara dahi aynı şeyleri, bizzat Türkler yapmaktadır. Yani rüşvet vermedikleri için, yıllarca hiçbir sıkıntı çıkartmayan Türk cihaz firmalarına bir sürü şey söyleyen nice yöneticileri gördük.
Sanıyorum ki, Türk’ün Türk’e verdiği zararı ne dış mihrak ne de sözüona soğan lobisi vs veremez!
Değişen Dünyada Dinazorlaşan Depolar
Bugün ilaç üretip satmaya çalışsanız, bir şekilde dönüp dolaşıp ilaç depolarına takılıyorsunuz. Buralara ilaçlarınızı vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu da demek oluyor ki, kazandığınız paranın %35 ila %40’ını depolara vermek zorundasınız. Nereden bakarsanız bakın, bu iş tefeciliktir.
Sebze/meyve işinde olduğu gibi, araya giren aracıdır. Fakat yüksek miktarda ödeme yapmanız gerekiyor ve sistem ne yazık ki bu şekilde işliyor. Haliyle ilaç fiyatlarının yükselmesinde ve ilaç firmalarının kâr edemeyeceği için ilaç getirmemesindeki nedenlerden bir tanesi de budur.
Dünyada ilaç firmaları e-ticaret sayfaları üzerinden direkt olarak ilaçlarını eczacılara satabilmektedir. Türkiye’de de benzer sistemin getirilmesi, ilaç fiyatlarını önemli ölçüde aşağıya çekecektir.
Sonuç Olarak
Türkiye’de ilaç depolaması, saklanması gibi şeylerin olduğu iddiası, yukarıdaki saydığım nedenlerden ötürü doğru sayılamaz. Bu tür iddialar, milleti eczacılara ve ilaç firmalarına karşı kutuplaştırmaktadır. Sadece eczacılar değil, soğan üreticileri, patlıcan üreticileri ve gördüğümüz, ileride de göreceğimiz nice sektöre en üst düzey isimler tarafından yüklenildi ve yüklenilecektir. Fakat sorun bunları üretenlerde değil; aradaki çok sayıda aracıya müsade eden ve bozuk sistem nedeniyle maliyetleri arttıran sistemdedir. Yani politikalardadır.
Bunun üzerine gıda, iletişim, ilaç ve savunma gibi stratejik 4 sektörde bir üretim ve ARGE yapmaya çalışan firmalar, aynı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Devletin bu sektörlere daha da destek vermesi, önünü açması gerekmektedir. En basitinden, teknolojik cihazlardaki vergileri tamamen kaldırması çok önemli bir adımdı! Fakat cihazları 1 kere alırken, sürekli aldığımız sarf malzemelerinde kimyasallarda hâlâ %18 vergi uygulanmaktadır! Bunun yanında destek aldığımızda önce parayı ödememiz, 6 ay sonra %70 civarını geri almamız söz konusu. Büyük firmalar için sorun olmaya bilir fakat ARGE üzerinde durarak önemli ürünler çıkartan dinamik ve küçük firmalar için çok büyük problem teşkil etmektedir.
Hepsinin ötesinde, bazı büyük firmaların “arge ve teknolojik ürün üretiyoruz” adı altında 4 duvar kurup, hiçbir şey yapmadığına da bir kaç kez şahit oldum. Bu da devletin, dolayısıyla halkın parasını almak için yapılan bir nevi dolandırıcılıktır! Devletin bu tarz şeylere de müsade etmemesi ve verdiği hibeleri sonuna kadar takip etmesi gerekmektedir. Ayrıca bu ARGE projeleri, destekleri ve hibeler bir şekilde puanlı hale getirilmeli ve biten projeler, şirketin büyüklüğü (küçük firmanın geliştirdiği önemli proje, daha fazla puan almalı) gibi çeşitli kriterlere göre hesaplanmalı ve destek miktarı ve sıklığı bunlara göre düzenlenmelidir.
**
Umarım bu yazı Türkiye’de ARGE, ilaç sektörü ve stratejik alanlar ile ilgili konularda, kafanızdaki bazı soru işaretlerini gidermiştir.
Kaynaklar
[1] Eczaciyiz.net. İlaçta 2018 Euro kuru açıklandı… 15 Şubat 2018, https://eczaciyiz.net/haber/ilacta-2018-euro-kuru-aciklandi/318154370
[1] Eczaciyiz.net. İlaçta 2018 Euro kuru açıklandı… 15 Şubat 2018, https://eczaciyiz.net/haber/ilacta-2018-euro-kuru-aciklandi/318154370